21 Ocak 2009 Çarşamba

Bir Klasik Coen Brothers Komedisi : Burn After Reading

Bu filmi uzun bayram tatilinde AROG’dan bir gün sonra izlemiştim. Sanırım komedinin bayağı bir çeşidi var, zira AROG ile Burn After Reading arasında acayip bariz bir tarz farkı var.

AROG’a güldüm. Hatta bazı sahnelerine çok güldüm. Örneğin kolu kırılan adama ölmüş muamelesi yapılamasına ya da Ozan Güven’in kendi kendine dövme yapmasına, ama bütününe baktığımda güzel bir film diyemedim. Tıpkı Vizontele’ye güzel film diyemediğim gibi. Bunun beklentiyle filan bir ilgisi yok. Güzel film değil AROG da, GORA da, Vizontele de. Değil. Cem Yılmaz ve Yılmaz Erdoğan’ın eleştirilere tepkilerini anlıyorum, çünkü saçma eleştiriler yapılıyor gerçekten ama kusura bakmasınlar bunlar güzel filmler değiller. Organize İşler ise mesela benim nazarımda güzel film. Çünkü meczup birisinin ikna edilerek içine konduğu tabut, yankesiciler tarafından kahvenin önünden geçirilerek mezarlığa taşınırken, kahveden sevap kazanmak için tabut taşımaya yardım etme hevesiyle çıkan ahalinin ceplerindeki paraları yankesicilere kaptırdıkları ve bir süre sonra cenazenin sahibinin kim olduğunu sorguladıkları sırada tabutun içindeki meczubun çıkmasıyla herkesin korku içinde dört bir yana dağıldığı bir olayı çocukken bütün yönleriyle gözlemleme fırsatı bulan Asım’ın bu olaydan çıkardığı hayat dersini anlattığı replik bütün filmin temelidir: “Seç oğlum Asım, ya tabutun içinde olacaksın, ya onu taşıyanların ya da bu işleri organize edenlerin.”

Benim için güzel film ile kötü film arasında temel fark budur işte. Bir filme çok gülmem, çok ağlamam, o filmi benim için güzel yapmıyor. Ben cümlesi olan filmleri seviyorum. Bütüncül oluyor çünkü bu filmler. Tek bir cümleden doğuyor film, üstüne katmanlandıkça katmanlanıyor. Oysa AROG ya da GORA bir cümleden yola çıkmıyor, amacı bir şey anlatmak değil çünkü. Sadece güldürmek. Özünde skeç filmleri bunlar. Güldüren skeçleri içinde barındıracak bir hikaye aranıyor bu filmlere. Yani Cem Yılmaz oturuyor düşünüyor, bıçkın bir Türk uzaya gitse neler olur diye. Doğal olarak bir sürü komik skeç canlanıyor gözünde, oturuyor bunları yazıyor. Sonra da bu komik skeçleri özensiz bir konteyner hikayeye serpiştiriyor. Konteyner hikaye tamamen format gereği yani. Televizyon şartlarında kendini tüketmek istemeyen bir adamın televizyon formatına yatkın skeçlerini sinemaya uyarlama çabası, eğreti duruyor, olmuyor, sadece güldürüyor, ama güzel film olmuyor.

Vizontelede ise durum biraz daha farklı. Filmin harika bir cümlesi var, ama film o cümleye hep teğet geçiyor. Televizyonu halkın nasıl karşıladığı gayet güzel anlatılıyor ama televizyonun halka neler yaptığını sadece oğlunun şehit olduğunu televizyondan öğrenen Demet Akbağ’ın yüz ifadesiyle anlatıyor film. Muhteşemliği kılpayı kaçırıyor bir film, çünkü bir şey söylemiyor. Televizyonun bir köye gelmesinin üzerinden yirmi sene geçtikten sonra olayı anlatmak için yapılan bir filmde televizyon sonrasının hiç anlatılmaması tuhaf değil mi yani?

Öte yandan Sinan Çetin gibi bana göre yaratıcılıkta Cem Yılmaz’ın da, Yılmaz Erdoğan’ın da tırnağı olamayacak bir adam, bir cümlesi yok diyerek yarıda bıraktığı filmini yedi sene sonra cümlesini buldum diyerek bitiriyor ve vizyona sokuyor. Bana göre de Türk sinemasının gelmiş geçmiş en güzel kurgulu filmlerinden biri çıkıyor ortaya: Romantik. Aynı Sinan Çetin bir önceki Komser Şekspir filminde de Shakespeare’in o eşsiz “hayat bir sahnedir, bizler de oyuncular” sözünün üzerine yapılabilecek en sevimli Türk filmlerinden birini yapmıştır. İşte bu yüzden Sinan Çetin sinemacıdır, Yılmaz Erdoğan ya da Cem Yılmaz değildir.

Aslında ben Cem Yılmaz’ın da bu durumun farkında olduğunu sanıyorum ki, Gora’dan sonra bence bütüncül olmaya çalıştığı “Hokkabaz”ı çekti. Gora’dan devam etmedi. Ama beceremedi bana göre, Hokkabaz da olmadı. Dilerim AROG’dan sonra bir kez daha dener. Skeç filmlerle arzu ettiği yere varabileceğini de sanmıyorum.

Burn After Reading ise, bana göre orta sınıf Amerikan toplumunun soğuk savaş sonrasındaki hali üzerine şahane bir komedi filmi, pek çoğuna göre de George Clooney ile Brad Pitt oynamasa kimsenin izlemeyeceği kötü bir film.

Princeton mezunu CIA’de istifaya zorlanmış vatansever ve işsiz bir ajan Osbourne ile onun çocuklardan ve kocasından nefret ettiği için anne olmamış çocuk doktoru karısı Katie; güzel ülkemizde bankamatik memuru diye tabir edilen ne iş yaptığını kimsenin bilmediği ve anlamadığı bir devlet memuru yakışıklı çapkın Harry ile onun çocuk kitapları yazarı anne olmayan karısı Sandy; güzel olmadığı için yalnız olduğunu sanan ve bu nedenle estetik ameliyat yaptırmak isteyen ama sağlık sigortası estetik ameliyatları karşılamadığı için para bulmak isteyen bir spor eğitmeni Linda ile amaçsız, plansız sadece heyecan ve eğlence arayan kafası kasları kadar çalışmayan bir başka spor eğitmeni Chad ve papazlıktan bilinmeyen bir sebeple ayrıldıktan sonra spor salonu yöneticisi olan Linda’nın platonik aşığı Ted. Birbirleriyle alakasız, her biri kendi çıkarını maksimize etmeye çalışan, kimsenin rasyonel olarak kendinden beklenenin dışında hareket etmediği yedi ciddi ve makul karakterden son derece komik bir hikaye çıkarmak herkesin harcı değil tabii. Filmin en komik adamı, ciddiyetle işini yapmakta olan bir CIA üst yöneticisi, gerisini siz düşünün artık.

Coen Brothers, The Hudsucker Proxy ve Big Lebowski’den sonra yine ciddi bir komedi filmiyle karşımızdalar. Sulandırılmamış, sek komedi bu işte. Güldürmek için lafı gediğine koyan adamlar, hunharca mimiklerini sergileyen adamlar, saçma sapan bel altı espriler, zevzek gençlik şakaları yok bu filmde. Ciddiyetle zekaya seslenen, parçalarının değil, bütününün komik olduğu bir film bu. Benim için kaliteli komedi filminin sözcüksüz karşılığı. Budur, kaliteli bir komedi filmi budur. Türk sinemasında bu tarzın benim bildiğim tek örneği olan Fasulye’yi de bu yazıda anmamak ayıp olurdu. İzlemediyseniz muhakkak izleyin Fasulye'yi.

3 yorum:

  1. burn after reading ve fasulye arasindaki baga bastiiniz parmaktan oturu sizi tebrik etmek istedim.

    en sevdigim turk filmlerindendir kendisi kesinlikle. kimisi sevmez hic. o kimisi zaten, mimikten, bel alti espriden baska seye gulmez. uzak olabilirler benden, sorun da olmaz.

    neyse, uzatmicam. film elestrilerinizi seviorum ben sizin.

    mutlu oluorum bole ayni seyleri dusundurttugunu gorunce bize filmlerin.

    YanıtlaSil
  2. :)sağol.

    Aslında yeterince iyi anlatamıyorum gibime geliyor yazılarımda ama Burn After Reading'e, Arog'a o kadar salakça eleştiriler yapılıyor ki, kafayı sıyırmamak için yazıyorum biraz da. Yani düşündüklerim ifade edilmişse birileri tarafından genelde susmayı tercih ediyorum. Burn After Reading'e kötü film diyenler çoğunlukta ve neden kötü film olduğunu açıklamakta yetersizler bana göre. Oysa film izlediğim en güzel komedi filmlerinden biri.

    YanıtlaSil
  3. bir de, tom kruz abimiz bos yere aksiyon filmleriyle omrunu tuketmis dedirtmisti bana film cok fazla. bunu da gelip paylasmak istedim simdi :)

    YanıtlaSil