13 Ocak 2009 Salı

Bir Erkek Filmi: High Fidelity

Evet Medea Cezire’nin tavsiyesine uyup High Fidelity isimli filmi izledik. Internetten film download etmeyi beceremediğim zamanlarda sürekli dvdsini alıp izlemek istediğim bu filmi sıranın bir türlü gelememesi neticesinde seyredememiştim. İçimde ukdeymiş demek ki.

Öncelikle filmin ismi manidar. Yüksek Sadakat anlamına gelen bu ifade esasen hi-fi şeklinde kısaltılarak ve hayfay diye okunarak müzik dinleme sistemlerinin genel adı olarak kullanılmaktadır. Yani müziğin canlı çalınıyorkenki orijinal haline yüksek bir sadakatla bağlı olan cihazlar manasında türetilmiş bir kavramdır bu ve kahramanımız da plak manyağıdır. Öte yandan ilgili kahramanımız müziğe gösterdiği yüksek sadakati, hanımlara gösterememektedir ne yazık ki. Gelmiş geçmiş en iz bırakan eski sevgililer Top 5’ine önceleri almadığı son sevgilisi Laura da temelde bu nedenle terketmiştir Rob Gordon’u.

Terkedilen Rob, önceleri sallamaz bu durumu ta ki Laura’nın yeni sevgilisinin beraber yataklarında kitap okurlarken sevişme seslerini duydukları üst komşusu Ian Raymond olduğunu öğrenene kadar. O an kahramanımızın “bütün bunların anlamı ne” bunalımına girdiği andır. Eski sevgililerine ulaşarak sürekli terkedilmesinin nedenlerini anlamaya çalışır.

Hep söylendiği gibi de yolun kendisi yolun gittiği yerden çok daha önemlidir. O yola çıkmak o yolda ilerlemek sonuca ulaşmaktan daha önemlidir. Hacca gitmek isteyen topal karınca hikayesinde olduğu gibi hacı olamazsan bile yolunda ölürsün.

Mantıkta yığın paradoksu (sorites paradox) denen bir durum vardır ve saçaklı mantığın (fuzzy logic) kökleri buralara kadar gelir. Plajda bir kum yığını düşünün. İncecik küçücük taneli kumlardan oluşan bir yığın. Şimdi bu yığından bir adet kum tanesi alın. Yığın aynı yığın mıdır? Hala kum yığını mıdır? Sonra bir tane daha alın, bir tane daha, bir tane daha. Kum yığını bitinceye tek tek kum tanelerini aldığımızı düşünelim. Kum yığını, kum yığını olmayana hangi kum tanesinde geçti? Hangi kum tanesi kum yığınını kum yığını olmayana dönüştürdü. Son kum tanesi mi? Mantıklı düşünen her insan her kum tanesinin aynı etkiyle kum yığınını kum yığını olamayana dönüştürdüğünü söyleyecektir. Zira aksi olsaydı, hepimiz kitapların sadece son cümlesini okurduk ve kitabı okuduk derdik. Oysa bir kitabı okunmuş yapan şey ilk cümlesinden son cümlesine kadar her cümlenin okunmuş olmasıdır.

Bu paradoksu beyninizin arka taraflarında bir yerlere yerleştirirseniz, yaşadığınız tüm olaylara daha farklı bir açıdan bakabilirsiniz. Çünkü hayattaki her şey kendisinden daha küçük şeylerden oluşur. Moleküller, atomlar, kuarklar falan filan işte. Sosyal olaylarda da bu böyledir. Sevgilinizle ayrıldığınızda son kavganız tek başına bu ayrılığı açıklamaya yetmez, mutlaka öncesi vardır. İşten kovulduğunuzda da aynı durum geçerlidir.

Rob Gordon da çıktığı yolda sürekli terkedilmesinin nedenlerini anlayamaz ama bambaşka şeyler öğrenir. Fantezilerin gerçek dünyayla örtüşmediğini öğrenir. Kurgusal fantezilerini terkedip gerçek dünyanın yaşamıyla çakışan güzelliklerine yönelir. Ve evlenme teklif ettiği kadına bir karışık kaset doldurur. Daha önce defalarca kez birilerine karışık kaset dolduran Rob filmin son cümlesinde “ilk defa bunun nasıl yapıldığını anladım” der. Aşkı ya da sevgiyi ya da herneyseyi anlamıştır. Yüksek sadakat işte budur. Fantezilere kapılmamak, onların gerçek olmadıkları için değerli de olamayacaklarını farketmektir.

Film benim erkek romantizmi dediğim bir türde aşkı anlatıyor. Tutkusuz ama sevgi dolu bir aşkı. Neden erkek romantizmi diyorum ben buna? Çünkü çok rasyonel bir romantizm bu ve geleneksel olarak akıl erkektir, duygu ise dişidir. Erkekler duygusuz, kadınlar akılsız olur demek değil bu dediğim. Genel olarak erkekte akıl baskındır, kadında duygu baskındır demek. Bunu da aslında ben söylemiyorum. Şimdi kaynak göster desen uğraşırım da Yin Yang’a kadar gider bu.

Filmde ilginç detaylar vardı benim özellikle hoşuma giden mesela plaklarını otobiyografik olarak sıralamaya karar verdi Rob. Güzeldi. Stevie Wonder ile deliler gibi dalga geçip süreklli sert takılan agresif Barry’nin Stevie Wonder tendanslı yumuşak bir şarkı yapması komikti. Asosyal Dick’in tam kendine göre bir kız bulması falan filan işte. Ha bir de John Cusack’in eski sevgililerini oynayan hatunlar başta Catherine Zeta Jones olmak üzere fazlasıyla güzellerdi ki, evlenme teklif ettiği hatun da gayet güzeldi. Daha çirkin insanlar oynatsalar daha güzel olurdu kanaatimce. Ian Raymond’u da Tim Robbins oynamış, gözüme görünüyor zannettim :)

Sonuçta bir erkek filmi işte. Herşey erkeklerin gözünden anlatılıyor, erkeklerin duyguları yansıtılıyor. Notebook ne kadar kadın filmyse, bu da o kadar erkek filmi.

4 yorum:

  1. ben cok fazla sevmistim high fidelity i.

    YanıtlaSil
  2. :) Film olarak mı, anlattığı aşkı mı?

    YanıtlaSil
  3. hem film olarak, hem de aski. hem de filmdeki belli detaylari.

    YanıtlaSil
  4. O zaman bir sonraki yazımın başlığı belli oldu :) Aşkta Kadınların Maradona - Beckenbauer Sorunsalı

    YanıtlaSil