6 Aralık 2010 Pazartesi

Sabırlı ve Anlamsız Bekleyiş

İnsan hayatında sabırlı ve anlamsız bekleyişler vardır. Paralize olursun. Beklediğin şey gelene kadar hiçbirşeyi anlamlı bulmazsın. Mesela işi bırakırsın, fakat bir ay daha gelmeni isterler. O bir ayda etliye sütlüye dokunmazsın, sadece idare edersin. Ya da üniversite sınavının sonucunu beklersin. Hangi şehirde yaşayacağın, mesleğinin ne olacağı bile belli değilken birşeyler yapmak çok anlamsız gelir. Sadece beklersin, zamanı öldürmeye çalışırsın. Ya da askere gideceksindir, tarih belli olmuştur, ama o tarihe iki ay vardır. Herşeye boşverir, sadece iki ayın geçmesini beklersin.

Bu sabırlı ve anlamsız bekleyişler, insanın hayatında dönüm noktası zannettiği olayların gerçekleşmesinin öncesinde olur. Yeni bir hayata başlayacağını zannettiği için insan sabırla, hiçbirşey yapmadan, anlamsızca, sıkıntı içinde bekler durur. Yeni hayatı gelene kadar yeni hayatına etki etmeyecek herşey anlamsızdır. Öyle düşünür insan.

Buradaki insan ben oluyorum ve tam da böyle sıkıcı ve anlamsız bir bekleyişin ortasındayım. 24 gün kaldı. 24 koca günün sonunda, yeni (aslında eski ama tarih de tekerrürden ibaret abi ben napayım) bir ülkede, yeni bir şehirde, yeni bir evde yaşayıp, yeni bir işte çalışıyor olacağım. Belki de bir süre çalışmıyor olacağım. Her tür sürprize açık bir dönem olacak ve ben o döneme hazırlanıyorum.

Normalde sürprizleri sevmeyen, hayatı kontrol altında tutmaya çalışan, korkak bir insan evladı olarak bu yeni dönemi iple çekiyor olmamın sadece bir tek mantıklı açıklaması var. Şu andaki hayatımın o kadar berbat olduğunu düşünüyorum ki, sürprizler beni korkutmuyor. İşte bu berbat hayatımın sona ermesini büyük bir sabırla, adeta saatleri sayarak yaşadığım günlerdeyim. Sadece suyun üstünde kalmaya çalışıyorum, hiçbir yöne hareket etmiyorum. Zaten yerlisi olamadığım bu coğrafyaya tamamen yabancılaşmak bana zor da gelmiyor.

Benim dışımdaki hiçkimse bu anlamsız bekleyişi anlamıyor. İş arasana diyenleri mi ararsın, eğlen coş diyenleri mi ararsın, halen buradasın eskisi gibi çalış diyenleri mi ararsın hepsi var; ama ölü gibi sırt üstü suda hareketsiz duran adamı anlayan yok.

Onlara göre suskunluğum plan yaptığım, asosyalliğim ise onları çok özleyeceğim anlamına geliyor. Bir tür geçiş dönemi yaşıyorum ya, geleceğimi planladığım ve onları özleyeceğim onlarsız günlere kademe kademe geçmeye çalıştığımı zannediyorlar. Oysa ben bu zamanı nasıl öldüreceğimin kanlı planlarını yapmaya çalışmak dışında hiçbirşeyle ilgilenmiyorum.

Mesela bu yazıyı da sadece zamanımı öldürsün diye yazıyorum. En küçük bir başka amacım yok. Varsa, yoksa bu 24 gün geçsin. Ya geçer diyorlar, ne takıyorsun kafana. Oysa hiçbirşey geçmeden geçmez, bitmeden bitmez. Bitmeden bitmez sözünü anlayabilenlerin sayısı ise insan kafasındaki kulakların sayısını geçmez. Bir elin parmakları bile çok gelir yani, o derece.

Peki 24 gün geçince ne olacak? Bilmiyorum. Tek bildiğim neredeyse herşeyin değişeceği. Belki bundan da kötü olacak ve beterin beterinin olduğunu ispatlayacağız hayatla beraber. Ama hiç fark etmez. Şu anki ruh halim yeni bir challenge (Süper bir ingilizcem olduğu için bu kelimeyi kullanıyor değilim, sadece bu kelimenin içime sinen bir Türkçe karşılığı yok.) istiyor. "Yeni" dediğim hayatın ise en geç 6 ay içerisinde eskiyeceğine adım gibi eminim. Fakat bu da önemli değil. Yeni olan herşeyin eskiyecek olması, yeniye olan talebimi azaltmıyor.

Doğrusu artık kendimi genç hissetmiyorum. Hayata dair büyük beklentiler içinde değilim. Hayatımı çarpıcı bir şekilde değiştirebileceğimi zannetmiyorum. Sevdiğim bir iş yapabileceğimi, mutluluk içinde yüzeceğimi falan hiç sanmıyorum. Tek amacım mevcut standardı korumak. Dolayısıyla, anlamsız bekleyişimi sabırla sürdürüyorum.

11 Eylül 2010 Cumartesi

Yeni Hayat

İçmeden sarhoş olmuş gibiyim şu anda. Neden acaba diye düşünüyorum, temiz hava falan geliyor aklıma da. Esasen insan vücudu bu kadar seyahati kaldırmıyor. Kahire'den İstanbul'a, İstanbul'dan Abant'a, Abant'tan Ankara'ya, Ankara'dan Kayseri'ye, Kayseri'den Hisarcık'a gide gele serseme döndüm. Bugün sabah saat 11'de kalktım, ama kalkıp başka bir yere tekrar yattım. Çünkü bayağı sarhoş gibiydim. Oradan kalktım kahvaltı ettim, bir daha yattım. Şimdi tekrar kalkmış durumdayım, ama halen aklım çok da başında değil. Bu sersemliğin hoş bir şey olduğunu düşündüğüm oldu, ama baydı. Artık gözüm açılmalı, tatlı tatlı yaşamın tedavülüne girmeliyim artık.

Yaşım 33 oldu. Hayatıma yeni bir yön çizmem gerekiyor artık. Uzun zamandır bunun üzerinde düşünüyorum. Bu düşünme süreci yaklaşık 6 aydır sürüyor. Bu lanet Kahire'de daha fazla yaşamak istemiyorum. Artık veda vakti geldi. 110 gün sonra İstanbul'a dönüyorum. Bu artık benim için geri dönüşü olmayan bir yol. Kesinleştirdim bunu artık. Yeni yılda İstanbul'da olacağım.

Bunu bilince, bundan emin olunca, Kahire'deki hayatımı düşünmeye başladım. Benim için çok farklı bir deneyim oldu sanıyorum. Kendimi pek çok alanda sınama şansı yakaladım. Bugün biliyorum ki, dünyanın her yerinde yaşamımı sürdürecek donanıma sahibim. Korkuya gerek yok. Çok ciddi sorumluluklar yüklenip, kendimi işle heder etmek istemediğimi de artık kesin olarak biliyorum. Ben savaşçı bir ruha sahip değilim. Normal harcadığımdan fazla para kazandığımda, parayı kesin olarak biriktirdiğimi biliyorum. Ben kazandığımı harcayan ya da harcadığım kadar kazanan bir insan değilim. Benim standartlarım var. O standartları çok fazla değiştirmiyorum. Dolayısıyla, ömrüm boyunca ne kadar para kazanma gerektiği hakkında bir fikir sahibiyim. Zaman zaman arkadaşlarımın neredeyse tamamı benden daha çok kazanıyorlar ve benden daha başarılılar diye kendimi, başkalarıyla kıyasladığım oluyordu. Artık buna gerek yok, çünkü ben ne istediğimden fazlasıyla eminim.

Test etmediğim kurgularımı doğrulama şansı bulduğumu düşünüyorum. Sanırım isteseydim, Mısır'da 10 sene kalıp, İstanbul'da 4 tane ev alıp, bankada beni bir kaç yıl idare edecek birikime sahip olup, bir de araba sahibi olmam mümkündü. Ama bunu istemedim. Bunun bedelini ödeyemediğimden falan da değil, bunu istemedim. Yıllardır savunduğum, mutlu olmanın ölçüsü çok tüketmek değil, beğenmediğine hayır diyebilerek özgürce yaşamaktır kurguma daha net bir şekilde inanıyorum artık.

Bu sevimsiz Kahire hayatının bana hediyesi olan evimde, ayda 1-1.5 milyar maaşla kesinlikle refah içinde yaşayabileceğime inanıyorum. Bu parayı da çok büyük bir rahatlıkla kazanabilecek donanımda olduğuma eminim. Yani artık bana karada ölüm yok. Kendimi sıkıntıya sokmadan, gördüğümden geri kalmadan rahatça yaşayabileceğimden eminim. En büyük frenim boşaldı artık. Özgürce aldığım kararların sonunda hiç ummadığım bir sonuçla karşılaşıp, birilerine muhtaç olurum diye korkardım ben ve bu korku bende çok muhafazakar bir etki yapardı. Artık böyle bir korkum yok. Çünkü çok büyük bir aksilik olmazsa, döndüğümde kendi evimin kesin sahibi olacağım. Dolayısıyla o lanet kira baskısı altında ezilmeyeceğim artık.

Kahire'de iş adına öğrendiğim birbiriyle çelişir gibi görünen iki doğru var. İlki, bir fabrikanın işleri feci bir şekilde detaylıdır. Göz ardı ettiğin her detay o gün değilse, üç gün sonra karşına gelir. İkincisi bunca detaya rağmen, çok küçük dokunuşlarla, acayip yanlış giden işleri düzeltmek mümkündür.

Ben ilk etapta tüm detayları düşünerek hareket etmeye çalıştım. Bu beni bunalıma soktu. Çünkü o kadar detaylı düşününce, bir mıh bir at kaybettiriyor, bir at bir atlı kaybettiriyor, bir atlı bir ordu kaybettiriyor, bir ordu bir savaş kaybettiriyor. Mıhına kadar indiğinde, çalışan herkesin en olumsuz hareketi yaparsa ne oluru düşünüyorsun. Sonuç, çalışan 100'lerce işçiye embesil muamelesi yapıp her şeyi talimatlandırmaya çalışmak oluyor. Buna hiçbir zaman yeterli vaktin olmuyor. Talimatları hazırlamak, yayınlamak, işçilere anlatmak mümkün olmuyor. Kaldı ki bunu yapabilsen bile, bir işçinin söyleyebileceği akıllıca bir itiraz karşısındakini anlamaya çalışan vicdan sahibi insanı mahvediyor. Veya adamlar talimatları harfiyen uyguladıklarında ortaya çıkan fiyaskonun altında kalıyorsun. Bu fiyaskoyu üstlenmek çok zor oluyor.

Oysa aynı olaya, bu defa lan mademki bir savaşı mıhlar kaybettiriyor, o zaman atlılarla değil de mıhlarla ilgileneyim dediğinde, ortaya çıkan sonuç ise muhteşem oluyor. Ufak dokunuşlarla mıhları sağlamlaştırıyorsun ve fabrika senin düşündüğünden de iyi çalışıyor. Çünkü bu defa atlılar da atlarının mıhlarıyla değil savaşla ilgilenmeye başlıyorlar. İlk başta embesil muamelesi, yaptığın insanların zekice hareketlerini izlediğinde kendinden utanmaya başlıyorsun. Demek ki diyorsun, babanın tek akıllı oğlu sen değilmişsin.

Bu ikircikli konum, hep ilginç durumlar getiriyor önüne. Mesela senden rapor bekleyen genel müdür geliyor ve diyor ki, işi gücü bıraktın da bunlarla mı uğraşıyorsun sen? Bu sorunun cevabı anlatılamıyor. Çünkü genel müdür işin detayına hiç kafasını yormuyor. Ama yine de bu ikircikli durumu kavramış olmak aslında bana göre paha biçilmez bir tecrübe sunuyor insana.

Bu ikircikli durum, aklıma kaos teorisini getiriyor, kelebek etkisini çağrıştırıyor. Deterministik talimatların işe yaramadığı, ona karşın küçük kelebeklerin kanatlarından etkili sonuçlar alabildiğin dünya görüşü. Allah biliyor ya ilk öğrendiğim andan beri çok sevdim bu teoriyi. Çünkü gerçek dünyayı matematiksel modellere indirgemedeki başarısızlıklardan artık gına gelmişti. Kardeşim kasma, olmuyor işte. Aynı şartlar altında aynı sonuçları alırsın dünyası çok sıkıcı. Üstelik aynı şartlar sağlanamıyor işte, aynı nehirde iki kere yıkanamıyorsun. Tarifle yemek yapanlardan iyi aşçı olmuyor. Göz kararı, el ayarı bunlar çok önemli.

Yine öğrendiğim şeylerden biri, moralli bir kötümserlikle çözemeyeceğin iş yok gibi. Ben iyimserliğe çok inanan biri değilim, ama işlerin kötü gideceğini düşünerek, aynı zamanda da moralli bir şekilde bu kötü gidişe tedbir alabilmek mümkün. Moral çok önemli. Zira, işlerin kötü gideceğini düşünüp umutsuzluğa kapılırsan da hiçbir sorunu çözmen mümkün değil.

Tüm bunlara rağmen fabrika yöneticiliği sürekli diken üstünde olduğun huzursuz bir iş. Bu işi yapmak istemediğimden eminim artık. Bu da benim için önemli bir bilgi. Çünkü bu işi kabul etmemin önemli nedenlerinden biri de fabrika yöneticiliğinin insana çok keyif vereceğini düşünmemdi. Sorunlarını çözemeyen insanların sorunlarını dinleyip çözmek keyifli gerçekten, ama huzursuz. İşten çıktığında bu sorunlardan çıkamıyorsun. Kafanda dönüp duruyorlar ve ben işten çıktığımda içinden çıkamadığım bir iş istemediğime eminim.

Sonuç hayatımın yeni yönünü sanırım çizdim. Sürekli takip gerektiren herkesin yapamadığı, benimse çok kolay yaptığım bir iş bulacağım. Sanırım yurtdışı satın alma bu bahsettiğim tanıma fena halde uygun bir iş. Ücret olarak da üçüne beşine bakmanın bir anlamı yok. Çünkü artık buna ihtiyaç yok. İstanbul'da kira ödemeyeceksem, 1,000 USD civarı bir maaş bana yeter de artar. Bu maaşı da her yerden alabilirim sanırım. Demek ki, kasmaya gerek yok. 110 gün daha sıkacağım dişimi, sonrası aydınlık.

Tabii tüm bunlar ceteris paribus (nasıl havalı oldu di mi :) ekonomi dersi aldığımız belli oldu :) "başka şeyler eşit" anlamına gelen latince söz öbeği). İnsanoğlunun fikir değiştirme kabiliyeti, başını derde sokma becerisi son derece yüksektir.

30 Temmuz 2010 Cuma

Allah Büyük

Tam bir sezon finali havası var hayatımda. Benim hayatım tabii ki dizilere pek benzemiyor. Ölüm kalım meselesi sayılmaz hiçbir şey. Kurban olduğum Allahım amatör ruhla çalışıyor belli ki. Herşeyi son kertesine kadar düğümleyip de, sezon başında her başlangıçta yeni bir anlam vardır edasıyla yaklaşmıyor olaylara. Ya da benim hayatımın reytingi düşük, prodüksiyon masrafları ile uğraşmak istemiyor da olabilir. Hiç bilemiyorum.

Yaptığım pek çok işten biri olan hammadde harcamalarının önceliğini belirleme işini yapmış, genel müdürün odasına gitmiştim. Harcama çok para az olunca hakkaniyetli olman lazım geliyor. Daha doğrusu ben öyle düşünüyorum. Ne var ki, cazgırların çok olduğu yerde adaletin sesi kısılıyor. 1 aydır gümrükte bekleyen deliler gibi ihtiyaç duyduğumuz bir malzemenin yerine daha dün yüklenmiş yolda olan malın parası ödeniyorsa ben ortalardan çekilirim, özellikle bunu diyen adam şaka yollu hep kendi malzemelerime öncelik verdiğimi de söylüyorsa.

Aynen böyle yaptım, İstanbul'daki genel müdür yardımcısına istifa ettiğimi söyledim. Patron ile konuşacakmış, kimseyi zorla çalıştıramazmışlar, ayrılacaksam bile kimseyle kötü olmadan ayrılmalıymışım. Şimdi sonuç bekliyorum. Korkarım bu iş çok uzayacak, beni arıza çıkarmaya mecbur bırakacaklar. Sonra kötü olan ben olacağım. Neyse, elalemin yargılarına pek inanmıyorum. Dövmecilerin sık sık kola, bacağa yazdığı gibi, "Only God can judge me". Bir gün polis karşısında bu cümleyi söyleyip, dayağımı yemeyi istedim şimdi.

Herneyse, bireyselliğe inanan ve hep onu savunan biri olarak başka birilerinin benim hakkımdaki yargılarının kendim hakkındaki yargılarımdan daha değersiz olduğunu söylemeye çalışıyorum sadece. Özümde korkak biri olduğumdan, bende hep inceldiği yerden kopar. Özellikle ucu paraya, işe dokunan, geleceğimi tehdit eden kararları ben şimdiye kadar hep 6 ay öncesinden veririm, uygulama sürünür durur 6 ay. O arada umut pompalarım kendime, hayal kırıklığı yaşarım, bir daha pompa, bir daha kırıklık, incelir de incelir, sonunda da kopar inceldiği yerden. Hatta Kayseri'den İstanbul'a gitmem tam 1.5 sene sürmüştü.

Karar verirken radikal, uygularken korkağım yani. Aylardır bu işte çalışamayacağımı biliyordum. Götüm yemedi. Ta ki cazgırın biri beni çileden çıkartana kadar. Çileden çıktığımı kimse anlamadı. Sadece sustum, söylenecek bir şey yoktu ki. Biraz akıl ve izan sahibi olan herkes bunun yanlış olduğunu anlamalıydı bana göre. Anlamadılarsa, demek ki akıl ve izan sahibi değiller. O zaman konuşmak ne kadar yersiz bir çaba.

Ev aldıydım İstanbul'da ben, kirada şimdi. Onları çıkarmaya çalışıyorum. Yıllardır başıma geleni, ben de kiracılarıma yapıyorum. Hayat bu, etme bulma dünyası. O eve yerleşip, yeni bir iş bulursam, rahatlayacağım. O zaman diyeceğim ki kendi kendime, iyi ki kurtuldum Mısır'dan, o şirketten. Bulamazsam bu sefer kendimi avutacağım, bu riski biliyordun ve bu riski almıştın, hem patronun seni her zaman kovma ihtimali var, 6 ayda iş bulamıyorsan, yapacak fazla bir şey yok diyeceğim kendi kendime.

Birine muhtaç olurum diye ödüm kopuyor. Bu korku ve bu korkunun kaynağı olan kibir ile uğraşıyorum senelerdir içimde. Eremedim gitti. Çok içerlemişim belli ki, çocukken duyduğum sen yapamazsın, sen edemezsin sözlerine. Kimseye eyvallah etmem diyorsan, Allahınla başbaşa kaldığında da şikayet etmeyeceksin. Başına gelenle halleşeceksin tek başına. Gereği neyse onu yapacaksın.

Şansım yaver giderse, 3 ay sonra herşey bugünkünden çok daha kolay ve net olur diye düşünüyorum. Bakacağız, göreceğiz. Allah büyük.

17 Temmuz 2010 Cumartesi

Karagöz ile Hacıvat

Toygar Mısır'dan hepinize selam söyledi, canım bloggerlar ve bana Berkant ile yaptıkları MSN görüşmesini gönderdi. Biraz küfürlü konuşmuş gençler ama, artık kusura bakmayacaksınız.


Berkant: hacım

Toygar: he canım

Berkant: how are you, how is your keyifs

Toygar: ehhh, yorgun, sersem falan

Berkant: dananın kuyruğu ne durumda

Toygar: yok bir durum, kendiliğinden saçma sapan bir uzlaşma çıktı ortaya

Berkant: vay, pek kendiliğinden olmamıştır o jo

Toygar: peki o zaman şöyle söyleyeyim patronun iradesine karşı mı çıkacaksın

Berkant: çıkmayacaksın tabi ki

Toygar: çıkmadık işte

Berkant: gıcık mı oldun ne bu uzlaşma durumuna

Toygar: ne kadar menfaatçi pis bir herif olduğumu farkettim.

Berkant: niye lan

Toygar: doğrusu bu değildi, bu siyaseten doğrusuydu

Berkant: uzlaşmak iyi bişeydir hacım

Toygar: bir boka yaramaz, sadece satükoyu uzatır

Berkant: bak o kadar konuştuk patron zekası işi başka türlü çözmüş

Toygar: patron zekasının da amına koyayım. ya yine yalnız kalamadım, yine uykumdan uyandırıldım, sikeceğim böyle hayatı

Berkant: beni de çağır hacı ben de sikmek istiyorum onu

Toygar: ben yakalasam, sikeceğim de, yok hep o beni sikiyor, hep arkamda, salak bir film vardı ya kim ki dukun, onun gibi

Berkant: hayır alışkanlık yapacak ibne olacağız yakında

Toygar: ya hayatım işgal edildi, kesinlikle kendimle ilgili bir şey yapamıyorum, her yerden deliniyorum sosyalleştim amına koyayım ya, bu muydu yani

Berkant: istemediğim ne varsa tepemde diyorsun

Toygar: o eski halimden hiç eser yok şimdi diyorum, ızdırap içinde yorgunum şimdi diyorum

Berkant: olm derler ya borç yiğidin kamçısı diye hakikaten kamçı gibi ağlatıyor, hep borçlar yüzünden

Toygar: ortada yiğit yok kanımca, sünepe bir herif var

Berkant: hele seninki daha vahim, kendi iraden dışında oldu

Toygar: hayatımın içine sıçtılar el birliğiyle, kıçım başım oynar oldu

Berkant: şimdiye 40 defa reset yediydi o puşt hayat

Toygar: bütün kurguladığım hayat modeli çöktü, şu halime bak ya

Berkant: kıçın başın niye oynar olmuş ki olm

Toygar: cebimde para olmasına karşın, her türlü 1 sene güvencem olmasına rağmen, doğruyu uygulayamadım da ondan. hoş doğrunun da amına koyayım, hayatımı alamıyorum geri

Berkant: olm bünye kaldırmaz öbür türlüsünü de ondan, bunu da kaldırmıyo hoş sakal bıyık olayı göt başla ilgisi yok

Toygar: abi istediklerini yapamıyorsan hayatta, üstelik imkan ola ola yapamıyorsan, ne anlamı var yaşadığın hayatın, tırsıyorsun çünkü

Berkant: valla hacım ben de benzer şeyleri söylüyorum şu ara kendime ama sanırım azıcık yaşla ilgisi var

Toygar: yaşlandık olm işte, yaşlanmamamız lazımdı ama yaşlandık

Berkant: aynen öyle

Toygar: hadi senin durumun azıcık daha farklı, karın var bilmem nen var, benim hiçbir mantıklı açıklamam yok. üstelik de uzlaşmayı becerebildiğim için herkes çok sevindi. böyle rezillik yok, elalem için yaşar olduk, para için yaşar olduk. sikeyim parasını

Berkant: dramatize etme o kadar

Toygar: doğrusu bu olm, dramatiklik tamamen seçtiğin hayat modelinde

Berkant: seni tutan tek şey bence vefa olm orada, satış olsun istemiyorsun

Toygar: yok yanılıyorsun, beni tutan tek şey para burada, neyin vefasını duyacağım bu gerzek şirkete

Berkant: valla misal benim yerimde olsan, kendi işin olsaydı yani, bitirip gittiydin bence çoktan.

Toygar: peki öyle olsun, bu da daha kötüsü o zaman, lan vefa nedir, birinin sana sormadan aldığı kararları uygulamasına yardımcı olmak mıdır? bana ne amına koyayım ya, mısır fabrika sıçmışmış, başarmışmış, delleniyorum ya, ben nasıl bu hale geldim, şu an resmen başarılı olmaya çalışıyorum, geri kalan herşeyi kabulleniyorum, saçma sapan dertler dinliyorum, çözmeye çalışıyorum, peki bunu niye yapıyorum? tek bir sebebi var.

Berkant: ya hacı birçoğunu yaşadığın ve çalışmak zorunda olduğun sürece yapmak zorundasın zaten ki, değişmez

Toygar: hacıııı, anlamıyorsun, şurada biz hayatla anlaştık, dedik ki, kardeşim 10 saat 12 saat neyse satacaksın dedi hayat bana, ben de karşılığında sana 12 saat istediğin gibi yaşama şansı vereceğim. fifty fifty, ok? ok. eee, geldiğim noktada istediğim hayat için bir dakika yok. her dakika birileri, dert dinlemeler, işgal edilmeler. odamda oturamıyorum sikime göre, anahtar var birilerinde, kapıyı açmıyorum, giriyorlar. şarjını alabilirmiyimler, bilgisayarımda şunu yapamıyorumlar, internete giremiyorumlar, bilmemkimle konuşmam lazım telefonu alabilirmiyimler, bu saatte bu ne uykusular.

Berkant: sen sosyal olarak da işgal altındasın değil mi? bulaşmamalarını niye sağlayamıyorsun?

Toygar: ihtiyacım var çünkü onlara, burada kalıp bu parayı alabilmek için ihtiyacım var, herkesin beni sevmesi gerekiyor, desteklemesi gerekiyor. çünkü tek başına yiyemeyeceğin bir yarrağı yemişsin.

Berkant: niye canım belirli saatlerde seni bıraksalar , hatta herkes kendi halinde kalsa, işe de mi yansıtmaları lazım ille, bu ne zorbalık

Toygar: olm öyle bir hayat yok burada. her gün işten çıkarken iki ayağın bir pabuçta, hadi çıkalım, hadi gel, yeter artık. ulan göndersen, ben gelmiyorum, gidin desen, eve gelmen binbir türlü mesele. araba bulacaksın da, eve gideceksin de, sürü gibi, dinlemek istediğin müzik dinlenmiyor, izlemek istediğin film izlenmiyor, yazı yazmak istiyorsun, rahat bırakılmıyor, gece 11 de geliyor, bilmem kim şunu soruyor? bana mı soruyor? yok. eeee? ya sen bilirsin, sende vardır.

Berkant: olm var ya madem mecburiyetten geçiyor bu zamanlar keşke yer değiştirsek seninle. aradığın her şey bu ofiste valla

Toygar: istanbula gidiyorsun, evin yok. yine insanlarlasın, yalnız kalamıyorum ya,bunalıyorum insandan, her yanda insan istemiyorum kardeşim

Berkant: :) yalnızlıktan patladım hacııııı, bu ne dünya kardeşim böyle

Toygar: herkese merhaba demek zorundasın, alınıyorlar, herkesle hal hatır konuşmak zorundasın, alınıyorlar, herkese ilgi göstermek zorundasın, bekliyorlar.

Berkant: Amına koyayım ya üffffff. ömrünce köşe bucak kaçtığın insan tipleri hayatının orta yerinde

Toygar: ya kendime ait tek bir şey yok burada, anonimleştim. şimdi mesela takriben 10 dakika sonra birisi gelecek, şarjımı getirecek sağol diyecek.

Berkant: üfff

Toygar: şarjımı getirmese, ben film izleyemeyeceğim, o arada mutlaka sağolla yetinmeyecek, bana bir şeyler anlatacak, ben onu ilgiyle dinleyeceğim, hoşuna gidecek bir şeyler söyleyeceğim, sonra defol git diyeceğim. aaa diyecek, niye öyle diyorsun, ya bir git, yalnız kalmam lazım benim.

Berkant: ben insan sevmiiim de

Toygar: aaa, nasıl oluyor o diyecek, anlamaya çalışacak, allahım bu dünyaya ben niye geldim.

Berkant: diyorlardır lan bu oğlan bi tuhaf.

Toygar: ama işte kıçım başım oynadığı için, uzak da duramıyorlar, bir gün çok eğleniyorlar benimle, bir gün böyle saçma sapan şeyler oluyor, beni illa sağa sola götürmek istiyorlar. niye? kimsenin demediklerini söylüyorum, tuhaf tuhaf espriler yapıyorum, bu çok değişik diyorlar, oysa ben ben olamıyorum ki, dünkü muhabbet şuydu mesela, toygar ben evlenirsem düğünümde ne takacaksın? ebenin amı

Berkant: amaaaaan, pöfff

Toygar: ben düğünden nefret ederim, sen gerçekte benim zerre kadar umurumda değilsin, senin düğününe de gelmem, bir bok da takmam diyemiyorsun. kem kem kem, küm küm küm.

Berkant: Lan de gitsin, zamanla alışırlar.

Toygar: ya da top çeviriyorsun, sen evlenemezsin ki, evde kalmışsın.

Berkant: offf, bu daha sert aslında, hahaha

Toygar: lan diyorum, dedim de zamanında, beni seviyor musun dediler, hayır dedim, niye öyle diyorsun oldu, ben sevdiğini biliyorum oldu.

Berkant: offff, kurtuluş yok gibi bir şey

Toygar: dedim ki, beni hiç tanımıyorsunuz, tanıdığınızı zannettiğiniz adam benim %10'um falan. e anlat o zaman kendini dediler. lan bi siktir git

Berkant: hacı çok mu feci tipler yoksa sürekli beraber olmak zorunda olduğu için mi bu hale geliyor

Toygar: sürekli beraber olmak zorunda olduğun için bu hale geliyor, yoksa kendi hallerinde tipler.

Berkant: abi bana ayrı oda yoksa ben giderim de, yani bahane olsun.

Toygar: ayrı odam var, sorun o değil. sorun beraber çalışmak zorundasın, işin düşer habire, zıtlaşırsan, hayatın zindan olur, başarısız olursun

Berkant: ya anlamadığım o, çocuk mu bunlar?

Toygar: kimse kendi götünü toplayacak durumda değil.

Berkant: farzetsinler ki herkes akşam kendi evine gidiyor iş çıkışı.

Berkant: işte iyi olun, akşam görüşmeyin, noolur ki?

Toygar: sıkılıyor abi vatandaş. sen de gel

Berkant: e sıkılan görüşsün

Toygar: bensiz sıkılıyorlarmış, içlerine sinmiyormuş, bensiz olmazmış.

Berkant: haydaaaaaaaaaa, ben de sizinle sıkılıyorum, bu ne sosyal sorumluluk.

Toygar: olm her şeyi şaka sanıyorlar, oysa ben hiçbir şeyde olmadığım kadar ciddiyim.

Berkant: latdan anlamıyor bunlar demek ki.

Toygar: başka türlü bir hayat yok, hafsalaları almıyor, çocuk gibiler zaten

Berkant: küserler de bunlar

Toygar: tabii, hiç şüphen olmasın.

Berkant: aboooo

Toygar: olm hep diyorum ya, insanın türdaşıyla kuracağı tek doğru iletişim biçimi duyguya dayanır. saygı duyarsın, seversin, acırsın, üzülürsün. bizde bunlar yok, çıkar ilişkileri var, insanı bir arada tutan şey duygu değilse, çıkarsa, bu dünyanın en çekilmez şeyidir.

Berkant: özellikle bundan kaçınmaya çalışıyorsan.

Toygar: biz burada, 6 kişilik bir çıkar örgütü kurduk, hepimiz birimiz, birimiz hepimiz için. amaç ne? herkesin güvenliği. nato. bu ne demek? tek başına acizsin demek.

Berkant: farkındalar ama rahatsız değiller anladığım.

Toygar: tabii ki, hepsi farkında, patronlar da farkında, söylüyorlar da zaten, siz çete oldunuz diye. yüzümüze karşı değil ama duyuyoruz biz. burada hayatta böyle kalınıyor.

Berkant: sen de çete beşı ol, yönet amına koyiim. müstahak bunlara, kur oyununu olm. yaparsın istersen.

Toygar: ben çetenin beyniyim mecburen, ama çete bu, biri lider olur, biri düşünür, biri savaşır, biri propaganda yapar. ya oyun falan kurmak istemiyorum.

Berkant: naapcan olm çaren mi var?

Toygar: ayrıca kursan ne olacak, ister istemez kuruyorsun zaten ama, iş adam olmakta, çete olmakta değil. çıkar örgütü bu, başka bir şey değil, benim gibi biri de bu örgütte. lan hayat, senin ağzına sıçayım. aslında bakarsan görevlerimiz de iş tanımlarıyla örtüşüyor. ben planlamacıyım, düşünüyorum. satışçı lider, parayı buluyor, vazgeçilemiyor, depocu cephaneyi koruyor, yeri geliyor yok ediyor. yani biraz fazla benzetmenin büyüsüne kapıldım ama her neyse, ben daha önce de dediğim gibi, insanın tek başına yapabildikleri işlere değer veririm. insan tek başına düşünür, tek başına çalışır, tek başına üretir, ama insan tek başına yönetemez, sömüremez. bak şimdi şarjımı getirmedi ya, benim şarjım da yarım saat sonra bitecek ya

Berkant: ee?

Toygar: kafanı takacaksın ister istemez, gideceksin şarjını alacaksın, e ne oldu, ilişki kurdun gene, yalnız kalamadın, uçamadın kaçamadın, düşünemedin, uyuyamadın

Berkant: vermesen olmaz, küser müser.

Toygar: kafan takıldı. neyse şarjım geldi, anahtarla kapım açıldı, bana iyilik edildi, ben kalkıp açmak zorunda kalmadım kapıyı, gelindi, oda niye bu kadar sıcak dendi, klima çalıştığı halde dendi, yeterince çalışmıyordu çünkü klima,

Berkant: kızgınım deseydin

Toygar: ne yapıyorsun dendi, oturuyorum dendi, e niye gelmiyorsun, beraber oturuyoruz dendi, yok dendi, suratsız dendi, suratsızım dendi, anlatabiliyor muyum, kurtaramıyorsun kendini.

Berkant: anahtar niye var hacı, gerçi ne fark eder ki

Toygar: ben uyanamıyorum sabahları, onlar da girip dürtüyorlar.

Berkant: bi tavır koysan on katı ilişki geri alıyorsun resmen ya, tavır koymamak daha faydalı nerdeyse.

Toygar: mesela az önce kapı çaldı, Atilla Bey bir duble rakı istiyor varsa dendi, tamam dendi, buyrun sizde gelin dendi, yok dendi, rakı verildi.

Berkant: köy yeri

Toygar: olm kaçış yok, no way out, ki bilirsin ben insanları kaçırmakta iyiyimdir.

Berkant: işte zor anlaşılan kısım o zaten, mecburen mecburen.

Toygar: yapılamamasının sebebi basit, ihtiyacın var.

Berkant: şöyle daha adice yaklaşsak olaya, kimin kime daha çok ihtiyacı varsa kuralları o belirlesin

Toygar: birincisi, adilce yaklaşmak yerine adice yaklaşırsak olaya, kalenin birini daha kaybederiz. ikincisi mesele kurallar değil yeğen, mesele bir arada olmak zorunda olmak.

Berkant: olm eğer sana çok ihtiyaçları var ve sana iş içinde tavır yapmayı göze alamazlarsa akşam senin kurallarını da kabullenirler. sonuçta bu durumu da bir çıkar ilişkisine çevirmek gerek.

Toygar: evet ama bu adil olmaz,

Berkant: madem geçer akçe bu

Toygar: ben bunu da takarım kafama, bilirsin ben, bana yapılanın fazlasını vermeden rahat edemem.

Berkant: laftan anlamayanın hakkı kötektir olm.

Toygar: bazen öbür yanağını da dönersin.

Berkant: daha nereni döneceksin olm ya, düzgünce söyle yok, laf sok şaka olsun, bilmem ne, bilmem ne, ebenin amı. azcık yalnız kalmak istemek bu kadar büyük günah olmamalı ya.

Toygar: hacı gece yarısı, sigarasız veya çakmaksız kalıyorsan, ve bunları dışarıdan alamıyorsan, bir gün sen isteyen olursun, bir gün de sen istenen olursun. bunun kaçarı yok, Rotterdam mı lan burası hahaha

Berkant: hahaha, lan olm bi ateş istedik diye hemen yüz göz mü olmalyız, ortası yok mu amına koyayım ya

Toygar: ya rezalet, tam rezalet, mesela klima da püfür püfür oldu şimdi, oda buz gibi, neden, biri geldi söyledi diye, hahaha

Berkant: offf hahaha

Toygar: kapı çaldı gene, kesin biri çağıracak. hahaha, telefonumu istedi biri, Türkiye'yi arayacakmış, ver kurtul, ver kurtul.

Berkant: sen bence devrim yapamıyorsan revizyonist takıl. olm sürekli onlar istiyor bu nasıl iş?

Toygar: yalnız kalmak isteyen benim olm, onlar değil ki. hatta bana bozuluyorlardır, hiç gelmiyorum çaylarını içmiyorum diye.

Berkant: günahkar seni, yalnız kalmak isteyen şeytan

Toygar: yalnızlık allaha mahsustur olm

Berkant: seni suratsız lanet asosyal, seni tuhaf seni.

Toygar: ağzı büzüşesiceyim olm ben

Berkant: hahaha, topaç olsan daha mı iyi lan, hahahha

Toygar: sibop en güzeli

Berkant: bozuk sibop

Toygar: ossurdukça hava kaçırıyom değil mi, doğru diyorsun

Berkant: kusmak ister misin

Toygar: istediğim hiçbir şeyi yapamıyorum ki, istesem ne, istemesem ne

Berkant: iyi tarafından bak olm

Toygar: peki, bakayım

Berkant: en azından ne istediğini biliyorsun

Toygar: bana bu kötü tarafı gibi geldi ama neyse

Berkant: bildiğin için öyle

Toygar: hay senin amına koyayım, kapı

Berkant: naapim olm hayat boktan ben onun yalancısıyım

Toygar: telefon geri geldi, alacak verecek bir şey kalmadı ha yok belki rakı gelir daha hahaha

Berkant: valla kapın hiç durmuyor resmen. bütün olan bitende ilahi bir irade görüyorum. neyden şikayet edersek üstümüze üstümüze geliyor.

Toygar: hikmetinden sual olunmaz ki

Berkant: yok canım kendimize vuruyorum, en temiz biçimde, yoksa iş Murphy'e varır maazallah.

Toygar: olm allah yakalamış edi ile büdüyü kaçırıır mı eğlenceyi

Berkant: hahahaha, ya yerlerimiz değise noolur ki

Toygar: hiç olur mu

Berkant: valla bi allahın kulu gelmez kapına

Toygar: hahaaha

Berkant: patron bile yok, kırk yılda bir müteahhite he diyeceksin o.

Toygar: iyi de sıkıntı şu ki, para da yok.

Berkant: para istemiyoruz olm. o borcumuz var diye

Toygar: borcumuz niye var hacı

Berkant: yerler değişecek o ara borçlar da gidecek

Toygar: haaaaaaa, o da güzelmiş, tanrıdan diledim bir dilek aman aman diyorsun yani

Berkant: hahaha, he birbuçuk

Toygar: iskender değil lan bu, dilek.

Berkant: bonuslu dilek olm ne yani çok mu?

Toygar: az mı? hıdırellez de geçti. hızır ile ilyas buluşuyor mu acaba harbiden?

Berkant: buluşuyor zaar

Toygar: bence makul dileklere bakıyorlar ama, böyle saçma sapan dileklere allahlarından bulsunlar diyorlardır.

Berkant: olm zaten allahtan bulmuşuz ve bence gayet aklı selim dilekler bunlar, meselenin özünü idrak etmiş dilekler.

Toygar: madem ki buldun sus olm, daha ne aranıyorsun

Berkant: lan işte bulduk bitti, hahaha, sobe

Toygar: oyun niye bitmedi peki hacı?

Berkant: işte dilekler kabul olunacak daha.

Toygar: hahahha, kesin kabul olur canııııım, secret hesabı

Berkant: yeterince istersek, hahahahah

Toygar: ama adamlar diyor abi, olumsuz düşünme, beynin neyi düşünürsen onu çağırır

Berkant: hiç düşünür müyüm hacı, bana ne kadar uzak bir kelime.

Toygar: düşünmüyor musun, vah vaaah.

Berkant: hiç olur mu?

Toygar: olmaz di mi

Berkant: olur mu hacı, hiç olur mu

Toygar: her halde olmaz

Berkant:"hiç" olur mu ? zaten hiç

Toygar: hiç olmaz

Berkant: yani

Toygar: bence bmc

Berkant: şiştim kaldım şimdi valla

Toygar: hık diye kalırısın işte öyle

Berkant: tüm dağıldım gittim

Toygar: mesele dağılıp gitmek değil yeğen, mesele toparlanmak.

Berkant: toparlanıyorum hemen, hal böyleyken telefunken.

Toygar: saba çok iyi televizyon

Berkant: itt den başka tanımam

Toygar: sony de iyi diyorlar

Berkant: grundig gerçeği var asıl

Toygar: tabi tabi yenilerden de Samsung'u unutmamak lazım. yan taraftan makber çalıyor valla, rakı gitti gelmez. hahahaha

Berkant: hahaha, demedim mi ibrahim

Toygar: sevinsem mi üzülsem mi bilemedim fikret bey

Berkant: sevin ibrahim sevin, o rakı yarım piç olur

Toygar: doğru söylüyorsunuz fikret bey

Berkant: bizim oğlan alkolsüz bira da getirmeye başlamış

Toygar: bira saçmaydı, alkolsüzü dangalaklık abi. dikkat et paracıklarına

Berkant: tadı da neredeyse aynı üstelik

Toygar: valla biranın tadından nefret eden biri olarak, sadece işlevsel bulmadığımı söylüyordum, alkolsüzü duble gereksiz.

Berkant: katılıyorum size

Toygar: yani, git gazoz iç değil mi hacı

Berkant: niğde gazozu misal

Toygar: heeee en kral bir şey, ithalat derdin de yok

Berkant: yerli malı, yurdun malı

Toygar: çok ulusalcı gördüm sizi Berkant Bey

Berkant: lütfen olayı çarpıtmayalım

Toygar: çarpıtmayıp ne yapalım

Berkant: çarptıttıralım

Toygar: çok ahçı kılıklısınız Berkant bey, maşa elinizi yakmasın

Berkant: bana eli maşalı mı demek istiyorsunuz Toygar bey

Toygar: kasımpaşalı demek istiyorum Berkant bey

Berkant: hem ulusalcıyım, hem kasımpaşalıyım hem eli maşalıyım bilim bakalım ben kimim Toygar bey

Toygar: Karagöz

Berkant: gözün kör olmasın emi

Toygar: hacıvatlar siksin seni

Berkant: ahlak süküt etmiş.

Toygar: anaaa telefon çalıyor, rakıya çağrılıyorum, gerçi açmadım telefonu.

Berkant: ne kadar kaldığını sor

Toygar: açar mıyım lan?

Berkant: şimdi gelirler olm kapına, niye açmıyor bu oğlan, ldü mü, kaldı mı?

Toygar: yok gelmezler, uyumuş derler.

Berkant: hacivatla karagöz neden öldürüldü hacı

Toygar: çok konuştular zannımca

Berkant: e birbirleriyle konuşuyordu bu ustalar

Toygar: halk da dinliyordu ama bunları

Berkant: e kumanda ellerindeeee geçsinler başka kanala.

Toygar: kumanda halkın elinde hacı, öldürenlerin değil

Berkant: halk dinlemesin işte

Toygar: halk dinliyor işte, sen olsan, hakla mı uğraşırsın, konuşanlarla mı?

Berkant: katillerr

Toygar: eli kanlı cani olm hepsi

Berkant: allahlarından bulsunlar

Toygar: amin, bizi de bir öldüren olsa, o da allahından bulsa, fena mı?

Berkant: hahaha temiz iş çıkaracaksa

Toygar: acı yok rocky acı yok.

Berkant: dının dııı dının dııı

Toygar: kaplanın gözü girsin götüne

Berkant: mısır seni bozmuş, hahaha

Toygar: çok terbiyesizleştim, bildiğin gibi değil.

Berkant: ben seni böyle mi gönderdim la gurbet ellere

Toygar: yok kravatımı ellerinle bağladın, sinek kayıyordu yüzümden, ula hamiyet ne bu vaziyet dedim kendi kendime, bu ne rezalet ne bu eziyet.