6 Aralık 2010 Pazartesi

Sabırlı ve Anlamsız Bekleyiş

İnsan hayatında sabırlı ve anlamsız bekleyişler vardır. Paralize olursun. Beklediğin şey gelene kadar hiçbirşeyi anlamlı bulmazsın. Mesela işi bırakırsın, fakat bir ay daha gelmeni isterler. O bir ayda etliye sütlüye dokunmazsın, sadece idare edersin. Ya da üniversite sınavının sonucunu beklersin. Hangi şehirde yaşayacağın, mesleğinin ne olacağı bile belli değilken birşeyler yapmak çok anlamsız gelir. Sadece beklersin, zamanı öldürmeye çalışırsın. Ya da askere gideceksindir, tarih belli olmuştur, ama o tarihe iki ay vardır. Herşeye boşverir, sadece iki ayın geçmesini beklersin.

Bu sabırlı ve anlamsız bekleyişler, insanın hayatında dönüm noktası zannettiği olayların gerçekleşmesinin öncesinde olur. Yeni bir hayata başlayacağını zannettiği için insan sabırla, hiçbirşey yapmadan, anlamsızca, sıkıntı içinde bekler durur. Yeni hayatı gelene kadar yeni hayatına etki etmeyecek herşey anlamsızdır. Öyle düşünür insan.

Buradaki insan ben oluyorum ve tam da böyle sıkıcı ve anlamsız bir bekleyişin ortasındayım. 24 gün kaldı. 24 koca günün sonunda, yeni (aslında eski ama tarih de tekerrürden ibaret abi ben napayım) bir ülkede, yeni bir şehirde, yeni bir evde yaşayıp, yeni bir işte çalışıyor olacağım. Belki de bir süre çalışmıyor olacağım. Her tür sürprize açık bir dönem olacak ve ben o döneme hazırlanıyorum.

Normalde sürprizleri sevmeyen, hayatı kontrol altında tutmaya çalışan, korkak bir insan evladı olarak bu yeni dönemi iple çekiyor olmamın sadece bir tek mantıklı açıklaması var. Şu andaki hayatımın o kadar berbat olduğunu düşünüyorum ki, sürprizler beni korkutmuyor. İşte bu berbat hayatımın sona ermesini büyük bir sabırla, adeta saatleri sayarak yaşadığım günlerdeyim. Sadece suyun üstünde kalmaya çalışıyorum, hiçbir yöne hareket etmiyorum. Zaten yerlisi olamadığım bu coğrafyaya tamamen yabancılaşmak bana zor da gelmiyor.

Benim dışımdaki hiçkimse bu anlamsız bekleyişi anlamıyor. İş arasana diyenleri mi ararsın, eğlen coş diyenleri mi ararsın, halen buradasın eskisi gibi çalış diyenleri mi ararsın hepsi var; ama ölü gibi sırt üstü suda hareketsiz duran adamı anlayan yok.

Onlara göre suskunluğum plan yaptığım, asosyalliğim ise onları çok özleyeceğim anlamına geliyor. Bir tür geçiş dönemi yaşıyorum ya, geleceğimi planladığım ve onları özleyeceğim onlarsız günlere kademe kademe geçmeye çalıştığımı zannediyorlar. Oysa ben bu zamanı nasıl öldüreceğimin kanlı planlarını yapmaya çalışmak dışında hiçbirşeyle ilgilenmiyorum.

Mesela bu yazıyı da sadece zamanımı öldürsün diye yazıyorum. En küçük bir başka amacım yok. Varsa, yoksa bu 24 gün geçsin. Ya geçer diyorlar, ne takıyorsun kafana. Oysa hiçbirşey geçmeden geçmez, bitmeden bitmez. Bitmeden bitmez sözünü anlayabilenlerin sayısı ise insan kafasındaki kulakların sayısını geçmez. Bir elin parmakları bile çok gelir yani, o derece.

Peki 24 gün geçince ne olacak? Bilmiyorum. Tek bildiğim neredeyse herşeyin değişeceği. Belki bundan da kötü olacak ve beterin beterinin olduğunu ispatlayacağız hayatla beraber. Ama hiç fark etmez. Şu anki ruh halim yeni bir challenge (Süper bir ingilizcem olduğu için bu kelimeyi kullanıyor değilim, sadece bu kelimenin içime sinen bir Türkçe karşılığı yok.) istiyor. "Yeni" dediğim hayatın ise en geç 6 ay içerisinde eskiyeceğine adım gibi eminim. Fakat bu da önemli değil. Yeni olan herşeyin eskiyecek olması, yeniye olan talebimi azaltmıyor.

Doğrusu artık kendimi genç hissetmiyorum. Hayata dair büyük beklentiler içinde değilim. Hayatımı çarpıcı bir şekilde değiştirebileceğimi zannetmiyorum. Sevdiğim bir iş yapabileceğimi, mutluluk içinde yüzeceğimi falan hiç sanmıyorum. Tek amacım mevcut standardı korumak. Dolayısıyla, anlamsız bekleyişimi sabırla sürdürüyorum.