30 Mayıs 2008 Cuma

Kelebeklerini arayan kız

Kelebeklerini arayan bir kız tanıdım.
İçindeki koca boşluktan kaçıp gitmişlerdi.
Sürekli bir mücadele içindeydi boşlukla.
Boşluk kendini var etmeye çalışıyordu.
Kız boşluğu doldurmaya çabaladıkça,
Her seferinde boşluk kazanıyordu.
Kız yorgun düşüyordu.
Kız aslında belki de boşluk dolarsa,
Kelebekler geri dönemez diye korkuyordu.
Bekliyordu ki, boşluğu dolduracak olan
Kelebeklerini getirsin içne koysun.
Sonra da boşluğu doldursun.

Ya da belki kelebekler yoktu.
Boşluk yoktu.
Kız kelebeklerin katili bir boşluktu

Ya da kız yoktu.
Kelebeklerin katili yoktu.
Ben vardım ve öyle sanıyordum.

Ya da ben yoktum.
Sandıklarım yoktu.
Sandıkların içindeki
El emeklerini göz nurlarını
Kemiren güveler vardı.
O güveleri kelebek sanan bir kız vardı.
Belki de o kız sandıklarıma naftalin koyuyordu.
Kelebek sandığı güveler bu nedenle
Sandıklarımdan kaçıp gitmişti.

29 Mayıs 2008 Perşembe

Zorla Güzellik Olur mu ?

Dün izlediğim bir film bu soruya verdiğim yanıtı tekrar düşünmeme neden oldu. The Notebook isimli filmde Noah, Allie’yi ısrarla ve tutkuyla istiyordu. Allie kendisiyle dans etmeyi reddettiği için, Noah hareket halindeki dönme dolapta Allie’nin bulunuğu kabine girdi. Dönme dolabı hemen durdurdu lunapark görevlisi. Noah elleriyle dönme dolabın demirine asıldı ve çıkma teklifini kabul edene kadar oradan inmeyeceğini söyledi. Allie önce kabul etmedi. Bu kez tek eliyle asılmaya başladı. Eli kayıyordu. İnsanlar Allie’ye kabul etmesi için baskı yapmaya başladılar. Sonunda Allie kabul etmek zorunda kaldı. Noah daha sonra Allie'ye ne zaman çıkacaklarını sorduğunda Allie bir kez daha reddetti. Noah pes etmiyordu. Allie'yi ikna etmek için sen ne istersen ben o olurum diyordu. İstersen eğlenceli bir soytarı, istersen iyi bir dansçı. Allie sen komik bir aptalsın dediğinde evet onu da olabilirim demişti. Noah aşkı için kendisinden vazgeçmeyi vaadediyordu. Konuşmaları sürdükçe Noah, Allie'nin özgür bir ruhu olmadığını, anne ve babasının isteklerini kendi istekleri sanan birisi olduğunu farketti. Bu farkındalıkla çarkedeceğine Allie'nin ruhunu özgürleştirmeye çalıştı. Yani film boyunca akıp giden Noah ile Allie’nin sonsuz aşkı, Allie için kendisinden vazgeçmeyi vaadeden Noah'ın kendisinden vazgeçmememesini bırak bir de Allie'yi yoğurup yeniden biçimlendirmesini anlatıyordu. Dahası bu aşkın yegane kaynağı da fiziksel güzellikti. Zevkleri, fikirleri, hayalleri farklı iki insanın tek ortak noktası birbirleri için deli olmalarıydı. Yani Noah'ın tutkusuydu.

Zorla güzellik olmuştu filmde. Sinirlerim bozuldu. Zorla güzellik olmazdı ve olmamalıydı. Garipti. Zorlama tutkuyu göstermenin en doğal yolu oluyordu ve kadınlar tutkuya bayılıyorlardı. Bana göre özgür olmayan bir ruha aşık olmak imkansızdı. Çünkü kişiliklere aşık olunurdu, fiziksel güzelliklere değil.

Gerçekten sinirlerim bozulmuştu. Aşk bir tutku şovu muydu, neydi, niyeydi ? O zaman istediğim kızı vermezlerse, kendimi köprüden atarım diyenlere neden “Zorla güzellik olmaz” deniyordu. Aşk tutku karşılığı satın alınan bir şey miydi ? Kimisinin aşkı 100 tutku lirası ederken, kimisininki 1,200 tutku lirası mıydı ? Tutkuyu yatırınca faiz getirecek miydi ? Tutku bankaları mı vardı etrafta ? Vitamin hesabı yapıp yemeğin tadını kaçırdığımız yetmezmiş gibi, bir de tutku hesabı mı yapacaktık ? Aslında daha da önemlisi nerede durulacaktı. Tutku gösterisinin bir sınırı var mıydı ? Aşkından ölen adamın ödediği tutku liraları kime ne fayda getirecekti ?

Tutku bağımlılık yaratıyorsa nolacaktı ya ? Aşkın ömrü bu yüzden mi üç yıl deniyordu ? Tutku verildikçe tükenen bir şey miydi ? Tüm enerjisini tutkuya harcayan insanın kaderiyle savaşına nolacaktı ?

Sorular, sorular sorular… Cevaplandıkça daha kötüleri sorulacak sorular.

İşin ilginç tarafı, geleneksel olarak daha romantik kabul edilen kadınların bu filmi beğenmesi, buna mukabil dağdan kestim kereste kaba erkeklerin ise filmden nefret etmeleriydi. Bu filmi bana öneren kadına bu yazıda anlattığım şeylere benzer şeyler söylediğimde ise bana “Uffffffffffff hiç romantik değilsin” dedi.

Bilmiyorum belki de sorun bendedir. Ama bence “zorla güzellik olmaz”.

Merhaba

Bu ilk yazı. İlk yazılar zordur. Burası okunur mu okunmaz mı bilemiyorum doğrusu. Ama Oğuz Atay’ın Demiryolu Hikayecileri gibi ben de diyorum ki, “Ben buradayım sevgili okuyucum, sen neredesin acaba?”

Buraya yazı yazma sebebim bundan 10 sene önce ev arkadaşımın grafik ve tasarım desteğiyle oluşturduğum web sitesinin yapılma sebebi ile aynı. O zaman kendimi ifade edebileceğim bir platform aramıştım. Ev arkadaşımla oturduğumuzda zamanımın neredeyse tamamını geçirdiğim masamın çok iyi bir web sayfası tasarımına imkan verdiğini farketmiştik. Masamda ilgilendiğim pek çok şeyin objesi vardı. Bülent Ortaçgil’in şarkısında da belirttiği gibi “dünyayı sığdırmış evine. Beşe dört metre yüz metreküp hava memnun”dum ve “arada sırada ne yapmalı, kime gitmeli kimden sormalı diye düşünür”düm. Benim dünyam karşımdaki duvarda bir film afişi, masanın üstünde güncel okuduğum kitapları dinlediğim cdleri koyduğum bir mini kitaplık, iki tane kocaman hopallör, bir telefon … idi.

Bu objelerin her biri bire bir ev arkadaşım tarafından modellendi. Bu objelere de ben yazılar yazdım. Kitaplar tıklandığında edebiyat, film afişi tıklandığında sinema, cdler tıklandığında müzik hakkında yazılar çıkıyordu.

Sitenin ana sayfasında ise bu masa ve koltuğun uzaktan blurlanmış halini gösteren bir resminin altında mealen şu yazı yazıyordu. Mealen çünkü laptopum çalındı ve tüm web sayafası içeriği uçtu gitti.

“Özledğimiz günler, usta işi aynaların yerini seri üretim aynalara henüz bırakmadığı günlerdi. O günlerde aynalar benzemezdi birbirlerine bu kadar. Her bir ayna farklı bir açıyla yansıtırdı dünyayı. Yerine yenisi konamazdı kırıldıysa bir kere ayna. Aynaların kırılmasının uğursuzluk getirmesi de bu yüzdendi.

İşte biz bugünlerde koyduk aynamızı karşınıza.

Özleyen varsa özlediğimiz günleri, otursun koltuğa birlikte bakabilmek için sonsuza”

Koltuğun üstüne mouse imleci geldiğinde koltuğun etrafında sarı bir ışık yanıyordu. Tıklayınca da masa oturunca göründüğü açıdan karşınıza geliyordu.

Her insan farklı açıyla dünyayı yansıtan bir aynaydı benim gözümde. Karşılıklı oturduklarında gözlerinin içine bakan dikkatli insanlar içiçe sonsuzluğu görüyordu. İnsanoğlunun insanoğluyla kurabileceği en sahici ilişki biçimi bence buydu. Yaratılan sinerjiydi insanoğlunu sonsuza götüren. Mıknatıslı bilyeler gibi. En dışardaki ilk bilyeye verilen küçük bir enerji ile mıknatıslı sistem saatlerce bir sağa bir sola sallanır. Tik tak. Tik tak.

Fakat o dönemde sitenin görselliği o kadar hoşumuza gitmişti ki, içerik amaçlı yazılarımız çok hafif kalıyordu. O görselliğe yakışır yazılar yazamıyorduk. Böylece bir süre sonra unutuldu gitti güzelim web sitesi. Burada görselliğin sadeliği işin sürdürülebilirliğini artırır umarım.

Bu bir ilk yazıydı. Tüm ilk yazılar gibi zor oldu.