30 Temmuz 2010 Cuma

Allah Büyük

Tam bir sezon finali havası var hayatımda. Benim hayatım tabii ki dizilere pek benzemiyor. Ölüm kalım meselesi sayılmaz hiçbir şey. Kurban olduğum Allahım amatör ruhla çalışıyor belli ki. Herşeyi son kertesine kadar düğümleyip de, sezon başında her başlangıçta yeni bir anlam vardır edasıyla yaklaşmıyor olaylara. Ya da benim hayatımın reytingi düşük, prodüksiyon masrafları ile uğraşmak istemiyor da olabilir. Hiç bilemiyorum.

Yaptığım pek çok işten biri olan hammadde harcamalarının önceliğini belirleme işini yapmış, genel müdürün odasına gitmiştim. Harcama çok para az olunca hakkaniyetli olman lazım geliyor. Daha doğrusu ben öyle düşünüyorum. Ne var ki, cazgırların çok olduğu yerde adaletin sesi kısılıyor. 1 aydır gümrükte bekleyen deliler gibi ihtiyaç duyduğumuz bir malzemenin yerine daha dün yüklenmiş yolda olan malın parası ödeniyorsa ben ortalardan çekilirim, özellikle bunu diyen adam şaka yollu hep kendi malzemelerime öncelik verdiğimi de söylüyorsa.

Aynen böyle yaptım, İstanbul'daki genel müdür yardımcısına istifa ettiğimi söyledim. Patron ile konuşacakmış, kimseyi zorla çalıştıramazmışlar, ayrılacaksam bile kimseyle kötü olmadan ayrılmalıymışım. Şimdi sonuç bekliyorum. Korkarım bu iş çok uzayacak, beni arıza çıkarmaya mecbur bırakacaklar. Sonra kötü olan ben olacağım. Neyse, elalemin yargılarına pek inanmıyorum. Dövmecilerin sık sık kola, bacağa yazdığı gibi, "Only God can judge me". Bir gün polis karşısında bu cümleyi söyleyip, dayağımı yemeyi istedim şimdi.

Herneyse, bireyselliğe inanan ve hep onu savunan biri olarak başka birilerinin benim hakkımdaki yargılarının kendim hakkındaki yargılarımdan daha değersiz olduğunu söylemeye çalışıyorum sadece. Özümde korkak biri olduğumdan, bende hep inceldiği yerden kopar. Özellikle ucu paraya, işe dokunan, geleceğimi tehdit eden kararları ben şimdiye kadar hep 6 ay öncesinden veririm, uygulama sürünür durur 6 ay. O arada umut pompalarım kendime, hayal kırıklığı yaşarım, bir daha pompa, bir daha kırıklık, incelir de incelir, sonunda da kopar inceldiği yerden. Hatta Kayseri'den İstanbul'a gitmem tam 1.5 sene sürmüştü.

Karar verirken radikal, uygularken korkağım yani. Aylardır bu işte çalışamayacağımı biliyordum. Götüm yemedi. Ta ki cazgırın biri beni çileden çıkartana kadar. Çileden çıktığımı kimse anlamadı. Sadece sustum, söylenecek bir şey yoktu ki. Biraz akıl ve izan sahibi olan herkes bunun yanlış olduğunu anlamalıydı bana göre. Anlamadılarsa, demek ki akıl ve izan sahibi değiller. O zaman konuşmak ne kadar yersiz bir çaba.

Ev aldıydım İstanbul'da ben, kirada şimdi. Onları çıkarmaya çalışıyorum. Yıllardır başıma geleni, ben de kiracılarıma yapıyorum. Hayat bu, etme bulma dünyası. O eve yerleşip, yeni bir iş bulursam, rahatlayacağım. O zaman diyeceğim ki kendi kendime, iyi ki kurtuldum Mısır'dan, o şirketten. Bulamazsam bu sefer kendimi avutacağım, bu riski biliyordun ve bu riski almıştın, hem patronun seni her zaman kovma ihtimali var, 6 ayda iş bulamıyorsan, yapacak fazla bir şey yok diyeceğim kendi kendime.

Birine muhtaç olurum diye ödüm kopuyor. Bu korku ve bu korkunun kaynağı olan kibir ile uğraşıyorum senelerdir içimde. Eremedim gitti. Çok içerlemişim belli ki, çocukken duyduğum sen yapamazsın, sen edemezsin sözlerine. Kimseye eyvallah etmem diyorsan, Allahınla başbaşa kaldığında da şikayet etmeyeceksin. Başına gelenle halleşeceksin tek başına. Gereği neyse onu yapacaksın.

Şansım yaver giderse, 3 ay sonra herşey bugünkünden çok daha kolay ve net olur diye düşünüyorum. Bakacağız, göreceğiz. Allah büyük.

17 Temmuz 2010 Cumartesi

Karagöz ile Hacıvat

Toygar Mısır'dan hepinize selam söyledi, canım bloggerlar ve bana Berkant ile yaptıkları MSN görüşmesini gönderdi. Biraz küfürlü konuşmuş gençler ama, artık kusura bakmayacaksınız.


Berkant: hacım

Toygar: he canım

Berkant: how are you, how is your keyifs

Toygar: ehhh, yorgun, sersem falan

Berkant: dananın kuyruğu ne durumda

Toygar: yok bir durum, kendiliğinden saçma sapan bir uzlaşma çıktı ortaya

Berkant: vay, pek kendiliğinden olmamıştır o jo

Toygar: peki o zaman şöyle söyleyeyim patronun iradesine karşı mı çıkacaksın

Berkant: çıkmayacaksın tabi ki

Toygar: çıkmadık işte

Berkant: gıcık mı oldun ne bu uzlaşma durumuna

Toygar: ne kadar menfaatçi pis bir herif olduğumu farkettim.

Berkant: niye lan

Toygar: doğrusu bu değildi, bu siyaseten doğrusuydu

Berkant: uzlaşmak iyi bişeydir hacım

Toygar: bir boka yaramaz, sadece satükoyu uzatır

Berkant: bak o kadar konuştuk patron zekası işi başka türlü çözmüş

Toygar: patron zekasının da amına koyayım. ya yine yalnız kalamadım, yine uykumdan uyandırıldım, sikeceğim böyle hayatı

Berkant: beni de çağır hacı ben de sikmek istiyorum onu

Toygar: ben yakalasam, sikeceğim de, yok hep o beni sikiyor, hep arkamda, salak bir film vardı ya kim ki dukun, onun gibi

Berkant: hayır alışkanlık yapacak ibne olacağız yakında

Toygar: ya hayatım işgal edildi, kesinlikle kendimle ilgili bir şey yapamıyorum, her yerden deliniyorum sosyalleştim amına koyayım ya, bu muydu yani

Berkant: istemediğim ne varsa tepemde diyorsun

Toygar: o eski halimden hiç eser yok şimdi diyorum, ızdırap içinde yorgunum şimdi diyorum

Berkant: olm derler ya borç yiğidin kamçısı diye hakikaten kamçı gibi ağlatıyor, hep borçlar yüzünden

Toygar: ortada yiğit yok kanımca, sünepe bir herif var

Berkant: hele seninki daha vahim, kendi iraden dışında oldu

Toygar: hayatımın içine sıçtılar el birliğiyle, kıçım başım oynar oldu

Berkant: şimdiye 40 defa reset yediydi o puşt hayat

Toygar: bütün kurguladığım hayat modeli çöktü, şu halime bak ya

Berkant: kıçın başın niye oynar olmuş ki olm

Toygar: cebimde para olmasına karşın, her türlü 1 sene güvencem olmasına rağmen, doğruyu uygulayamadım da ondan. hoş doğrunun da amına koyayım, hayatımı alamıyorum geri

Berkant: olm bünye kaldırmaz öbür türlüsünü de ondan, bunu da kaldırmıyo hoş sakal bıyık olayı göt başla ilgisi yok

Toygar: abi istediklerini yapamıyorsan hayatta, üstelik imkan ola ola yapamıyorsan, ne anlamı var yaşadığın hayatın, tırsıyorsun çünkü

Berkant: valla hacım ben de benzer şeyleri söylüyorum şu ara kendime ama sanırım azıcık yaşla ilgisi var

Toygar: yaşlandık olm işte, yaşlanmamamız lazımdı ama yaşlandık

Berkant: aynen öyle

Toygar: hadi senin durumun azıcık daha farklı, karın var bilmem nen var, benim hiçbir mantıklı açıklamam yok. üstelik de uzlaşmayı becerebildiğim için herkes çok sevindi. böyle rezillik yok, elalem için yaşar olduk, para için yaşar olduk. sikeyim parasını

Berkant: dramatize etme o kadar

Toygar: doğrusu bu olm, dramatiklik tamamen seçtiğin hayat modelinde

Berkant: seni tutan tek şey bence vefa olm orada, satış olsun istemiyorsun

Toygar: yok yanılıyorsun, beni tutan tek şey para burada, neyin vefasını duyacağım bu gerzek şirkete

Berkant: valla misal benim yerimde olsan, kendi işin olsaydı yani, bitirip gittiydin bence çoktan.

Toygar: peki öyle olsun, bu da daha kötüsü o zaman, lan vefa nedir, birinin sana sormadan aldığı kararları uygulamasına yardımcı olmak mıdır? bana ne amına koyayım ya, mısır fabrika sıçmışmış, başarmışmış, delleniyorum ya, ben nasıl bu hale geldim, şu an resmen başarılı olmaya çalışıyorum, geri kalan herşeyi kabulleniyorum, saçma sapan dertler dinliyorum, çözmeye çalışıyorum, peki bunu niye yapıyorum? tek bir sebebi var.

Berkant: ya hacı birçoğunu yaşadığın ve çalışmak zorunda olduğun sürece yapmak zorundasın zaten ki, değişmez

Toygar: hacıııı, anlamıyorsun, şurada biz hayatla anlaştık, dedik ki, kardeşim 10 saat 12 saat neyse satacaksın dedi hayat bana, ben de karşılığında sana 12 saat istediğin gibi yaşama şansı vereceğim. fifty fifty, ok? ok. eee, geldiğim noktada istediğim hayat için bir dakika yok. her dakika birileri, dert dinlemeler, işgal edilmeler. odamda oturamıyorum sikime göre, anahtar var birilerinde, kapıyı açmıyorum, giriyorlar. şarjını alabilirmiyimler, bilgisayarımda şunu yapamıyorumlar, internete giremiyorumlar, bilmemkimle konuşmam lazım telefonu alabilirmiyimler, bu saatte bu ne uykusular.

Berkant: sen sosyal olarak da işgal altındasın değil mi? bulaşmamalarını niye sağlayamıyorsun?

Toygar: ihtiyacım var çünkü onlara, burada kalıp bu parayı alabilmek için ihtiyacım var, herkesin beni sevmesi gerekiyor, desteklemesi gerekiyor. çünkü tek başına yiyemeyeceğin bir yarrağı yemişsin.

Berkant: niye canım belirli saatlerde seni bıraksalar , hatta herkes kendi halinde kalsa, işe de mi yansıtmaları lazım ille, bu ne zorbalık

Toygar: olm öyle bir hayat yok burada. her gün işten çıkarken iki ayağın bir pabuçta, hadi çıkalım, hadi gel, yeter artık. ulan göndersen, ben gelmiyorum, gidin desen, eve gelmen binbir türlü mesele. araba bulacaksın da, eve gideceksin de, sürü gibi, dinlemek istediğin müzik dinlenmiyor, izlemek istediğin film izlenmiyor, yazı yazmak istiyorsun, rahat bırakılmıyor, gece 11 de geliyor, bilmem kim şunu soruyor? bana mı soruyor? yok. eeee? ya sen bilirsin, sende vardır.

Berkant: olm var ya madem mecburiyetten geçiyor bu zamanlar keşke yer değiştirsek seninle. aradığın her şey bu ofiste valla

Toygar: istanbula gidiyorsun, evin yok. yine insanlarlasın, yalnız kalamıyorum ya,bunalıyorum insandan, her yanda insan istemiyorum kardeşim

Berkant: :) yalnızlıktan patladım hacııııı, bu ne dünya kardeşim böyle

Toygar: herkese merhaba demek zorundasın, alınıyorlar, herkesle hal hatır konuşmak zorundasın, alınıyorlar, herkese ilgi göstermek zorundasın, bekliyorlar.

Berkant: Amına koyayım ya üffffff. ömrünce köşe bucak kaçtığın insan tipleri hayatının orta yerinde

Toygar: ya kendime ait tek bir şey yok burada, anonimleştim. şimdi mesela takriben 10 dakika sonra birisi gelecek, şarjımı getirecek sağol diyecek.

Berkant: üfff

Toygar: şarjımı getirmese, ben film izleyemeyeceğim, o arada mutlaka sağolla yetinmeyecek, bana bir şeyler anlatacak, ben onu ilgiyle dinleyeceğim, hoşuna gidecek bir şeyler söyleyeceğim, sonra defol git diyeceğim. aaa diyecek, niye öyle diyorsun, ya bir git, yalnız kalmam lazım benim.

Berkant: ben insan sevmiiim de

Toygar: aaa, nasıl oluyor o diyecek, anlamaya çalışacak, allahım bu dünyaya ben niye geldim.

Berkant: diyorlardır lan bu oğlan bi tuhaf.

Toygar: ama işte kıçım başım oynadığı için, uzak da duramıyorlar, bir gün çok eğleniyorlar benimle, bir gün böyle saçma sapan şeyler oluyor, beni illa sağa sola götürmek istiyorlar. niye? kimsenin demediklerini söylüyorum, tuhaf tuhaf espriler yapıyorum, bu çok değişik diyorlar, oysa ben ben olamıyorum ki, dünkü muhabbet şuydu mesela, toygar ben evlenirsem düğünümde ne takacaksın? ebenin amı

Berkant: amaaaaan, pöfff

Toygar: ben düğünden nefret ederim, sen gerçekte benim zerre kadar umurumda değilsin, senin düğününe de gelmem, bir bok da takmam diyemiyorsun. kem kem kem, küm küm küm.

Berkant: Lan de gitsin, zamanla alışırlar.

Toygar: ya da top çeviriyorsun, sen evlenemezsin ki, evde kalmışsın.

Berkant: offf, bu daha sert aslında, hahaha

Toygar: lan diyorum, dedim de zamanında, beni seviyor musun dediler, hayır dedim, niye öyle diyorsun oldu, ben sevdiğini biliyorum oldu.

Berkant: offff, kurtuluş yok gibi bir şey

Toygar: dedim ki, beni hiç tanımıyorsunuz, tanıdığınızı zannettiğiniz adam benim %10'um falan. e anlat o zaman kendini dediler. lan bi siktir git

Berkant: hacı çok mu feci tipler yoksa sürekli beraber olmak zorunda olduğu için mi bu hale geliyor

Toygar: sürekli beraber olmak zorunda olduğun için bu hale geliyor, yoksa kendi hallerinde tipler.

Berkant: abi bana ayrı oda yoksa ben giderim de, yani bahane olsun.

Toygar: ayrı odam var, sorun o değil. sorun beraber çalışmak zorundasın, işin düşer habire, zıtlaşırsan, hayatın zindan olur, başarısız olursun

Berkant: ya anlamadığım o, çocuk mu bunlar?

Toygar: kimse kendi götünü toplayacak durumda değil.

Berkant: farzetsinler ki herkes akşam kendi evine gidiyor iş çıkışı.

Berkant: işte iyi olun, akşam görüşmeyin, noolur ki?

Toygar: sıkılıyor abi vatandaş. sen de gel

Berkant: e sıkılan görüşsün

Toygar: bensiz sıkılıyorlarmış, içlerine sinmiyormuş, bensiz olmazmış.

Berkant: haydaaaaaaaaaa, ben de sizinle sıkılıyorum, bu ne sosyal sorumluluk.

Toygar: olm her şeyi şaka sanıyorlar, oysa ben hiçbir şeyde olmadığım kadar ciddiyim.

Berkant: latdan anlamıyor bunlar demek ki.

Toygar: başka türlü bir hayat yok, hafsalaları almıyor, çocuk gibiler zaten

Berkant: küserler de bunlar

Toygar: tabii, hiç şüphen olmasın.

Berkant: aboooo

Toygar: olm hep diyorum ya, insanın türdaşıyla kuracağı tek doğru iletişim biçimi duyguya dayanır. saygı duyarsın, seversin, acırsın, üzülürsün. bizde bunlar yok, çıkar ilişkileri var, insanı bir arada tutan şey duygu değilse, çıkarsa, bu dünyanın en çekilmez şeyidir.

Berkant: özellikle bundan kaçınmaya çalışıyorsan.

Toygar: biz burada, 6 kişilik bir çıkar örgütü kurduk, hepimiz birimiz, birimiz hepimiz için. amaç ne? herkesin güvenliği. nato. bu ne demek? tek başına acizsin demek.

Berkant: farkındalar ama rahatsız değiller anladığım.

Toygar: tabii ki, hepsi farkında, patronlar da farkında, söylüyorlar da zaten, siz çete oldunuz diye. yüzümüze karşı değil ama duyuyoruz biz. burada hayatta böyle kalınıyor.

Berkant: sen de çete beşı ol, yönet amına koyiim. müstahak bunlara, kur oyununu olm. yaparsın istersen.

Toygar: ben çetenin beyniyim mecburen, ama çete bu, biri lider olur, biri düşünür, biri savaşır, biri propaganda yapar. ya oyun falan kurmak istemiyorum.

Berkant: naapcan olm çaren mi var?

Toygar: ayrıca kursan ne olacak, ister istemez kuruyorsun zaten ama, iş adam olmakta, çete olmakta değil. çıkar örgütü bu, başka bir şey değil, benim gibi biri de bu örgütte. lan hayat, senin ağzına sıçayım. aslında bakarsan görevlerimiz de iş tanımlarıyla örtüşüyor. ben planlamacıyım, düşünüyorum. satışçı lider, parayı buluyor, vazgeçilemiyor, depocu cephaneyi koruyor, yeri geliyor yok ediyor. yani biraz fazla benzetmenin büyüsüne kapıldım ama her neyse, ben daha önce de dediğim gibi, insanın tek başına yapabildikleri işlere değer veririm. insan tek başına düşünür, tek başına çalışır, tek başına üretir, ama insan tek başına yönetemez, sömüremez. bak şimdi şarjımı getirmedi ya, benim şarjım da yarım saat sonra bitecek ya

Berkant: ee?

Toygar: kafanı takacaksın ister istemez, gideceksin şarjını alacaksın, e ne oldu, ilişki kurdun gene, yalnız kalamadın, uçamadın kaçamadın, düşünemedin, uyuyamadın

Berkant: vermesen olmaz, küser müser.

Toygar: kafan takıldı. neyse şarjım geldi, anahtarla kapım açıldı, bana iyilik edildi, ben kalkıp açmak zorunda kalmadım kapıyı, gelindi, oda niye bu kadar sıcak dendi, klima çalıştığı halde dendi, yeterince çalışmıyordu çünkü klima,

Berkant: kızgınım deseydin

Toygar: ne yapıyorsun dendi, oturuyorum dendi, e niye gelmiyorsun, beraber oturuyoruz dendi, yok dendi, suratsız dendi, suratsızım dendi, anlatabiliyor muyum, kurtaramıyorsun kendini.

Berkant: anahtar niye var hacı, gerçi ne fark eder ki

Toygar: ben uyanamıyorum sabahları, onlar da girip dürtüyorlar.

Berkant: bi tavır koysan on katı ilişki geri alıyorsun resmen ya, tavır koymamak daha faydalı nerdeyse.

Toygar: mesela az önce kapı çaldı, Atilla Bey bir duble rakı istiyor varsa dendi, tamam dendi, buyrun sizde gelin dendi, yok dendi, rakı verildi.

Berkant: köy yeri

Toygar: olm kaçış yok, no way out, ki bilirsin ben insanları kaçırmakta iyiyimdir.

Berkant: işte zor anlaşılan kısım o zaten, mecburen mecburen.

Toygar: yapılamamasının sebebi basit, ihtiyacın var.

Berkant: şöyle daha adice yaklaşsak olaya, kimin kime daha çok ihtiyacı varsa kuralları o belirlesin

Toygar: birincisi, adilce yaklaşmak yerine adice yaklaşırsak olaya, kalenin birini daha kaybederiz. ikincisi mesele kurallar değil yeğen, mesele bir arada olmak zorunda olmak.

Berkant: olm eğer sana çok ihtiyaçları var ve sana iş içinde tavır yapmayı göze alamazlarsa akşam senin kurallarını da kabullenirler. sonuçta bu durumu da bir çıkar ilişkisine çevirmek gerek.

Toygar: evet ama bu adil olmaz,

Berkant: madem geçer akçe bu

Toygar: ben bunu da takarım kafama, bilirsin ben, bana yapılanın fazlasını vermeden rahat edemem.

Berkant: laftan anlamayanın hakkı kötektir olm.

Toygar: bazen öbür yanağını da dönersin.

Berkant: daha nereni döneceksin olm ya, düzgünce söyle yok, laf sok şaka olsun, bilmem ne, bilmem ne, ebenin amı. azcık yalnız kalmak istemek bu kadar büyük günah olmamalı ya.

Toygar: hacı gece yarısı, sigarasız veya çakmaksız kalıyorsan, ve bunları dışarıdan alamıyorsan, bir gün sen isteyen olursun, bir gün de sen istenen olursun. bunun kaçarı yok, Rotterdam mı lan burası hahaha

Berkant: hahaha, lan olm bi ateş istedik diye hemen yüz göz mü olmalyız, ortası yok mu amına koyayım ya

Toygar: ya rezalet, tam rezalet, mesela klima da püfür püfür oldu şimdi, oda buz gibi, neden, biri geldi söyledi diye, hahaha

Berkant: offf hahaha

Toygar: kapı çaldı gene, kesin biri çağıracak. hahaha, telefonumu istedi biri, Türkiye'yi arayacakmış, ver kurtul, ver kurtul.

Berkant: sen bence devrim yapamıyorsan revizyonist takıl. olm sürekli onlar istiyor bu nasıl iş?

Toygar: yalnız kalmak isteyen benim olm, onlar değil ki. hatta bana bozuluyorlardır, hiç gelmiyorum çaylarını içmiyorum diye.

Berkant: günahkar seni, yalnız kalmak isteyen şeytan

Toygar: yalnızlık allaha mahsustur olm

Berkant: seni suratsız lanet asosyal, seni tuhaf seni.

Toygar: ağzı büzüşesiceyim olm ben

Berkant: hahaha, topaç olsan daha mı iyi lan, hahahha

Toygar: sibop en güzeli

Berkant: bozuk sibop

Toygar: ossurdukça hava kaçırıyom değil mi, doğru diyorsun

Berkant: kusmak ister misin

Toygar: istediğim hiçbir şeyi yapamıyorum ki, istesem ne, istemesem ne

Berkant: iyi tarafından bak olm

Toygar: peki, bakayım

Berkant: en azından ne istediğini biliyorsun

Toygar: bana bu kötü tarafı gibi geldi ama neyse

Berkant: bildiğin için öyle

Toygar: hay senin amına koyayım, kapı

Berkant: naapim olm hayat boktan ben onun yalancısıyım

Toygar: telefon geri geldi, alacak verecek bir şey kalmadı ha yok belki rakı gelir daha hahaha

Berkant: valla kapın hiç durmuyor resmen. bütün olan bitende ilahi bir irade görüyorum. neyden şikayet edersek üstümüze üstümüze geliyor.

Toygar: hikmetinden sual olunmaz ki

Berkant: yok canım kendimize vuruyorum, en temiz biçimde, yoksa iş Murphy'e varır maazallah.

Toygar: olm allah yakalamış edi ile büdüyü kaçırıır mı eğlenceyi

Berkant: hahahaha, ya yerlerimiz değise noolur ki

Toygar: hiç olur mu

Berkant: valla bi allahın kulu gelmez kapına

Toygar: hahaaha

Berkant: patron bile yok, kırk yılda bir müteahhite he diyeceksin o.

Toygar: iyi de sıkıntı şu ki, para da yok.

Berkant: para istemiyoruz olm. o borcumuz var diye

Toygar: borcumuz niye var hacı

Berkant: yerler değişecek o ara borçlar da gidecek

Toygar: haaaaaaa, o da güzelmiş, tanrıdan diledim bir dilek aman aman diyorsun yani

Berkant: hahaha, he birbuçuk

Toygar: iskender değil lan bu, dilek.

Berkant: bonuslu dilek olm ne yani çok mu?

Toygar: az mı? hıdırellez de geçti. hızır ile ilyas buluşuyor mu acaba harbiden?

Berkant: buluşuyor zaar

Toygar: bence makul dileklere bakıyorlar ama, böyle saçma sapan dileklere allahlarından bulsunlar diyorlardır.

Berkant: olm zaten allahtan bulmuşuz ve bence gayet aklı selim dilekler bunlar, meselenin özünü idrak etmiş dilekler.

Toygar: madem ki buldun sus olm, daha ne aranıyorsun

Berkant: lan işte bulduk bitti, hahaha, sobe

Toygar: oyun niye bitmedi peki hacı?

Berkant: işte dilekler kabul olunacak daha.

Toygar: hahahha, kesin kabul olur canııııım, secret hesabı

Berkant: yeterince istersek, hahahahah

Toygar: ama adamlar diyor abi, olumsuz düşünme, beynin neyi düşünürsen onu çağırır

Berkant: hiç düşünür müyüm hacı, bana ne kadar uzak bir kelime.

Toygar: düşünmüyor musun, vah vaaah.

Berkant: hiç olur mu?

Toygar: olmaz di mi

Berkant: olur mu hacı, hiç olur mu

Toygar: her halde olmaz

Berkant:"hiç" olur mu ? zaten hiç

Toygar: hiç olmaz

Berkant: yani

Toygar: bence bmc

Berkant: şiştim kaldım şimdi valla

Toygar: hık diye kalırısın işte öyle

Berkant: tüm dağıldım gittim

Toygar: mesele dağılıp gitmek değil yeğen, mesele toparlanmak.

Berkant: toparlanıyorum hemen, hal böyleyken telefunken.

Toygar: saba çok iyi televizyon

Berkant: itt den başka tanımam

Toygar: sony de iyi diyorlar

Berkant: grundig gerçeği var asıl

Toygar: tabi tabi yenilerden de Samsung'u unutmamak lazım. yan taraftan makber çalıyor valla, rakı gitti gelmez. hahahaha

Berkant: hahaha, demedim mi ibrahim

Toygar: sevinsem mi üzülsem mi bilemedim fikret bey

Berkant: sevin ibrahim sevin, o rakı yarım piç olur

Toygar: doğru söylüyorsunuz fikret bey

Berkant: bizim oğlan alkolsüz bira da getirmeye başlamış

Toygar: bira saçmaydı, alkolsüzü dangalaklık abi. dikkat et paracıklarına

Berkant: tadı da neredeyse aynı üstelik

Toygar: valla biranın tadından nefret eden biri olarak, sadece işlevsel bulmadığımı söylüyordum, alkolsüzü duble gereksiz.

Berkant: katılıyorum size

Toygar: yani, git gazoz iç değil mi hacı

Berkant: niğde gazozu misal

Toygar: heeee en kral bir şey, ithalat derdin de yok

Berkant: yerli malı, yurdun malı

Toygar: çok ulusalcı gördüm sizi Berkant Bey

Berkant: lütfen olayı çarpıtmayalım

Toygar: çarpıtmayıp ne yapalım

Berkant: çarptıttıralım

Toygar: çok ahçı kılıklısınız Berkant bey, maşa elinizi yakmasın

Berkant: bana eli maşalı mı demek istiyorsunuz Toygar bey

Toygar: kasımpaşalı demek istiyorum Berkant bey

Berkant: hem ulusalcıyım, hem kasımpaşalıyım hem eli maşalıyım bilim bakalım ben kimim Toygar bey

Toygar: Karagöz

Berkant: gözün kör olmasın emi

Toygar: hacıvatlar siksin seni

Berkant: ahlak süküt etmiş.

Toygar: anaaa telefon çalıyor, rakıya çağrılıyorum, gerçi açmadım telefonu.

Berkant: ne kadar kaldığını sor

Toygar: açar mıyım lan?

Berkant: şimdi gelirler olm kapına, niye açmıyor bu oğlan, ldü mü, kaldı mı?

Toygar: yok gelmezler, uyumuş derler.

Berkant: hacivatla karagöz neden öldürüldü hacı

Toygar: çok konuştular zannımca

Berkant: e birbirleriyle konuşuyordu bu ustalar

Toygar: halk da dinliyordu ama bunları

Berkant: e kumanda ellerindeeee geçsinler başka kanala.

Toygar: kumanda halkın elinde hacı, öldürenlerin değil

Berkant: halk dinlemesin işte

Toygar: halk dinliyor işte, sen olsan, hakla mı uğraşırsın, konuşanlarla mı?

Berkant: katillerr

Toygar: eli kanlı cani olm hepsi

Berkant: allahlarından bulsunlar

Toygar: amin, bizi de bir öldüren olsa, o da allahından bulsa, fena mı?

Berkant: hahaha temiz iş çıkaracaksa

Toygar: acı yok rocky acı yok.

Berkant: dının dııı dının dııı

Toygar: kaplanın gözü girsin götüne

Berkant: mısır seni bozmuş, hahaha

Toygar: çok terbiyesizleştim, bildiğin gibi değil.

Berkant: ben seni böyle mi gönderdim la gurbet ellere

Toygar: yok kravatımı ellerinle bağladın, sinek kayıyordu yüzümden, ula hamiyet ne bu vaziyet dedim kendi kendime, bu ne rezalet ne bu eziyet.

4 Temmuz 2010 Pazar

Huzur vs. Başarı

Sessizlik ve sakinlik arar oldum Afrika'da. Resmen huzur arıyorum. Tuhaf değil mi, insan az gelişmiş memleketlerde doğayla daha bir baş başa sessiz sakin yaşarım sanıyor. Rotterdam'dan gelen bir arkadaşım da orası için çok sessiz sakin her şey yerli yerinde demişti.

Aslında işin aslı sanırım şu. Doğada ya da şehirde, kalabalıkta ya da tek başınalıkta, sessizliğin, sakinliğin kaynağı insanın tek başına başarabildikleri belki. İnsan tek başına da olsa tek başına kendini çaresiz hissetmiyorsa, başka birilerine ihtiyaç duymuyorsa sakin kalabilir. Rotterdam'da insanın insana ihtiyacı yok. Kendini çaresiz hissetmiyor yalnız başına. Sorun az çıkıyor, çıkan sorun da bir telefonla çözülüyorsa, ve bireysel bir tercih olarak insan tek başınalığı seçmişse, Rotterdam'da başı ağrımıyor. Öte yandan Kahire'de insanın yalnız kalması mümkün değil. Buna sen cesaret etsen, başkaları edemez. Burada insanın insana ihtiyacı var.

İnsanları bir araya getirip bir arada tutan şey insanın yetersizliği ve çaresizliği ise, sevgi, saygı, hayranlık, kendini geliştirme falan gibi başka sebepler çok ikincil öneme sahipse, bu bir aradalıktan daha sevimsiz bir şey de yok bana göre. Çünkü bu katlanmayı getiriyor. Sevmediğin birine ihtiyacın olduğu için katlanıyorsun. Bir tür bedel ödüyorsun. İstediklerin olsun diye sen de başkalarının istediklerini yapmaya çalışıyorsun. Al gülüm ver gülümcülük oynuyorsun. İnsan ilişkileri bir ticarete dönüşüyor, istekler pazarlık konusu oluyor. "Tamam sen bunu yaparsan ben de bunu yapacağım."

Oysa insanları bir arada tutan şey duygular olmalı. Sadece sevdiğin için durmalısın birinin yanında, sadece saygı duyduğun için söylediklerini dinlemelisin. Çaresiz olduğun, ihtiyaç duyduğun için değil. Çünkü eğer saygı duymadığın birinin söylediklerini dinlemek çoğunlukla saçmalıklara katlanmak demek. Çünkü sevmediğin birinin yanında durmak çoğunlukla sıkılmak demek. Tüm bunların sürekli farkında olmak ise, her dakika kendine çaresizsin, yalnız başına bir hiçsin diye haykırmak demek.

İnsanlığın bir aradayken sorunları çözmek için bulabildikleri en iyi yöntem ortalama kullanmak. Üç kişisiniz mesela, aranızdan biri sinemaya gitmek istiyor, diğeri evde kalmak istiyor, diğeri de bir kafede kahve içip muhabbet etmek istiyor; çözüm bellidir, evde kahve içip muhabbet ederek film seyredilir. Güya herkesin istediği olmuştur, ama aslında kimsenin istediği olmamıştır. Bunu dillendirdiğinizde sizi uyumsuzlukla suçlayacaklardır, bana inanabilirsiniz.

Mesela tam ben bu yazıyı yazarken, iki kişi kapımı çaldı, oturacağız biz senin evinde dediler. Ya dedim ben size yarına kadar görüşmeyelim yalnız kalmak istiyorum demedim mi, dedin de dediler, biz de burada oturmak istiyoruz. Ben yazıyı bıraktım, gereksiz bir kaç televizyon programı seyrettik, sonra ben uyudum, onlar da gitmiş. Kaba mıyım ben şimdi? Kuşkusuz evet. Misafir varken uyunur mu? Misafir de edepsiz mi? Kuşkusuz evet. Böyle misafirliğe mi gelinir? Küsmece darılmaca var mı? Tabii ki yok. Burada küsmek yürek ister, yarın işin düşer.

Ülkeler, teknolojiler geliştikçe insanlar yalnız yaşamaya başlıyorlar. Bu çok ciddi bir eleştiri konusu. Aynı apartmandaki komşunu tanımıyorsun, çünkü komşunun külüne muhtaç değilsin artık. Yani bu doğal bir sonuç. Sosyallikten bir menfaatin yoksa, kim kimin ağzı kokusunu çeker? Ne uğraşacaksın elalemin tribiyle, afrasıyla tafrasıyla. Orada bilgisayar var, sorun çıkarmıyor, ne dersen onu yapıyor.

Diyorlar ki, teknoloji sevgisizliği getiriyor. Teknoloji sevgisizliği getirmiyor, sadece var olan sevgisizliği gün ışığına çıkarıyor. İnsanlar rest çekebiliyorlar rahatça. Açık konuşalım tarih boyunca zaten kimse kimseyi öyle gerçekten sevmedi. Kimsenin yüreği 3 4 kişiden fazlasını almıyor. Kalanı sahtekar uyum parodilerinden ibaret. Ben bunları açık açık söylüyorum insanlara, anlamıyorlar şaka sanıyorlar. Diyorum ki, aslında siz benim özel hayatımda hiçbir önem taşımıyorsunuz, hiçbirinizi sevmiyorum. Aynı işte çalışmasak yüzünüze bakmam. Aşkolsunlar sarıyor dört bir yanımı. Olmasın kardeşim, aşk olmasın. Olmaz da zaten durup dururken. Ya patolojik bir şekilde ikna edersin kendini bilmemkime, ya da gerçekten özel bir bağ oluşturur hayat size. Hayat özel bir bağ oluşturduysa, kimse kolayına bozamaz bunu, ama yok patolojik bir durumsa, "ben ne çok aldanmışım meğer" diye Candan Erçetin şarkıları söylersin kendi kendine. Aldandığın doğru da kim aldattı seni, kendin mi, karşındaki mi?

Bana göre insanlar ikiye ayrılır, huzur isteyenler, başarı isteyenler, ben huzur isteyenlerdenim dedim geçenlerde. İyi de sen başarılısın dediler. O yüzden huzursuzum dedim.

Sana bir iki hafta önce bir çok tepeden baktım Aziz İstanbul. Ama bir tatlı huzur almaya gelemedim Kalamış'tan. Çünkü yaklaşık 8 ay önce huzurumu sattım, 2 sene sonra geri alırım diye. Kalamış değildi artık, Kıraç ve Hadımköy'dü benim mekanlarım. Adalar, modalar değildi, büyüğünden küçüğüne çekmecelerdi.

Çekmeceler sıcaktı, çekmeceler trafikti, dolmuş sırasıydı. Oysa ben Sultanhamam'dan boğazı ve Haliç'i görüyordum, vapurda çay içip simit yiyordum sabahları. Dahası Çekmecelerde olduğuma bile mutluydum, Kahire'den iyiydi. Yoksa mutluluğumun katili görecelilik miydi?

İlk Mısır'dan döndüğümde herkese Mısır sapsarı diyordum, bu sefer de Türkiye'den daha iyi olan sadece 2 şey var Mısır'da dedim. Biri meyveler, diğeri Kızıldeniz. Ama asıl güzel şey Mısır'da kazandığın paraydı.

Yemeksepeti'nden eve yemek söylerken dikkatimi çekti, Chili's Türkiye'de de varmış. Kahire'de yer gök Chili's. Girdim sitelerine menülere baktım. Neredeyse herşey aynıydı, fiyatlar hariç. Türkiye'de 40 TL olan Fajita Trio'yu ben orada 25 TL'nin altına yiyordum, kira ödemiyordum. 2.5 litre kola 1.6 TL, bir paket Marlboro 2.5 TL idi. fiyatların yarı yarıya olduğu yerde kazancım 3 katıydı. Peki değer miydi? Huzurun değeri bu kadar mıydı?

Ben kendimi mi kandırıyorum, ben de mi huzurdan vazgeçtim yoksa? Sanmam, ama huzurun da bir finansmanı var. Hesap basit; 2 sene sıkıntı çek, sonraki 5 sene rahat yaşa. Peki bu doğru mu? Şu an doğru geliyor, ama asıl gerçek döndüğümde ortaya çıkacak: "Hayat algılandığı gibi yaşanır, gerçekse çok sonra ortaya çıkar."

Bu gece kan ter içinde uyandım, klima şalteri attırmış, odam olmuş hamam. Yok böyle bir sıcak, dışarıda terlememenin tek bir yolu var: Eylemsizlik. İnsan yemek yerken terliyor, çay içerken terliyor. Çay harareti alırmış, yalan. Sıcak olan ne yersen ye, ne içersen iç, mutlaka terliyorsun. Gölgede 45 derece ya, sıkıyorsa terleme. Düzgün uyku bir şaltere bağlı, o şalter atmazsa uyursun, atarsa uyanırsın vıcık vıcık. Az gelişmiş ülke düzeninde o şalter 2 gün atmazsa, 3. gün atar.

Peki huzur nerede Rotterdam'da mı Mısır'da mı? Peki ya Aziz İstanbul? Allah Rotterdam ile Mısır'ı yaratmış ki, İstanbul'un kıymetini bilesin. Benim gibi kıymet bilmezlere duyurulur.