25 Eylül 2008 Perşembe

Bir İşyeri Hikayesi : Oğulcan Pirgelen, Göksel Nesligüzel’e Karşı

Oğulcan Pirgelen biraz rahatlamıştı. Çalıştığı yağ fabrikası satıldığından beri, işyerinde bir huzursuzluk vardı. İşten çıkarmalar olacak mıydı, fabrika taşınacak mıydı, taşınırsa nolacaktı, işten çıkarılırsa napacaktı gibi sorular beynini kemiriyordu. Ama işte şimdi önündeki istifa mektubunu imzalarken tüm bu beyin kemiren belirsizliklerin hepsinden birden kurtuluyordu. Altı aydır gidip durduğu ama sonuç vermeyen iş görüşmelerinden doğan bunalımı da sona eriyordu işte. İmzaladığı istifa mektubuyla müdürü Göksel Nesligüzel’in odasına girmek için masasından kalktığında Oğulcan, “Herşey çok güzel olacak” diyordu kendi kendine.

Satılana kadar gayet iyi bir 18 ay geçirmişti yağ fabrikasında. İşyerinde çok iyi anlaştığı çaycı Rıfkı, planlama müdürü Bülent ve en yakın mesai arkadaşı Onur gibi arkadaşlarından ayrılacağı için aslında üzgün bile sayılabilirdi. Kimbilir belki de bu ortamı çok arayacaktı gideceği karton ambalaj fabrikasında. Bir bakıma da buna mecbur hissediyordu kendisini. Bu belirsizliğin getireceği riskleri alabilecek durumda değildi maalesef. Ailenin maddi durumu da başlarına gelen felaketten sonra bozulmuştu.

Göksel Hanım’ın odasının önüne geldiğinde durakladı. Alışkanlıkla tam kapıyı çalacakken daha çalışmaya başladığı ilk günlerde, Göksel Hanım’ın “bu odaya tek kapı çalarak girerek giren sensin, kapıyı çalmana gerek yok” uyarısı aklına gelmişti. Kapıyı çalmadan elinde istifa mektubuyla odaya girdi.
- Göksel Hanım müsait misiniz ?
- Müsaitim Oğulcan gel dedi Göksel Hanım o herzamanki prezebtabl gülümsemesiyle. Günlük işlerinde karşılaştığı bir sorunun neden olduğunu sanıyordu Oğulcan’ın odasına gelişine. Oğulcan, Göksel Hanım’ın masasının karşısındaki koltuklardan birine oturdu ve elindeki mektubu sessizce uzattı. Aldığı mektubu anlaması için 1 saniye yetti Göksel Hanım’a. Yüzünü buruşturarak,
- Demek sen de ayrılıyorsun ha Oğulcan.
- Evet Göksel Hanım. Şartlar bunu gerektirdi.
- Valla Oğulcan açıkçası sana neden ayrılıyorsun, sıkıntın neyse çözelim diyecek durumda değilim. Fabrika satıldığından beri beni de aşan bir belirsizlik var burada. Biliyorsun fabrikanın bir kısmının taşınacağı söylentileri var. Bunu yaparlarsa, buradaki satınalmada kaç kişi çalışır, kim kalır kim gider bunları söylemek mümkün değil. Dolayısıyla sana bu konuda yapabileceğim tek birşey var. O da hem senin hem de fabrika için hayırlısını dilemek.
- Zaten benim ayrılmamın sebebi de bu belirsizlik Göksel Hanım. Yoksa ben gayet memnundum burada. Bu şehirde de iş imkanı çok fazla yok. Dolayısıyla iyice kaygılanıyordum. Ama en sonunda Orakçı’nın karton ambalaj fabrikası ile anlaştım. Biliyorsunuz bizim de en büyük ambalaj tedarikçilerimizden biri onlar. Zaten tanıdığım, bildiğim bir firma olunca oraya geçmek daha cazip geldi.
- Ehh, ne diyelim. Hayırlısı olsun. Ama öyle hemen bırakıp gitmek yok di mi Oğulcan? Daha işleri toparlayacağız, devredeceğiz. İki ay daha buradasın en az.
- Elbetteki hemen bırakıp gidecek değilim Göksel Hanım, ama iki ay da kalamam. Diğer tarafta da satınalmacı ayrılacağı için bana uygun bir pozisyon açılmış. Dolayısıyla o ayrılmadan işleri devralmalıyım. Yoksa orada çok zorlanabilirim.
- Hımm anladım ama burada da biz çok zorlanırız Oğulcan.
-İşte bir şekilde kimseyi zorlamadan bu işi halletmemiz lazım Göksel Hanım. Bu arada tazminat almam konusunda bana yardımcı olur musunuz ?
- Valla Oğulcan ben Ahmet Bey ile konuşur durumu anlatırım ama karar onların sonuçta. İstifa edip tazminat alanlar da oldu, almayanlar da oldu. Ben bir görüşeyim, Ahmet Bey nasıl karşılayacak bakalım senin ayrılışını. Ona göre netleşir. Ama sen iki ay buradasın ona göre.
- Neyse bunu sonra görüşürüz Göksel Hanım. Ben işimin başına geçeyim.
- Peki kolay gelsin.

Oğulcan bu iki ay meselesine biraz takılmıştı ama halledeceğini düşünüyordu. Asıl derdi zaten tazminatıydı. Alabilecek miydi yoksa alamayacak mıydı? Masasına geldiğinde düşünceliydi. Yan masadan Onur meraklı bakışlarıyla kendisini süzüyordu. Gel abi dedi Oğulcan, Nikotinparka gidelim anlatırım.

Nikotinpark sigara içmek için gittikleri fabrika bahçesinin adıydı. Öyle diyorlar diye garibim fabrika bahçesi de öyle oluvermişti. Yoksa ne nikotindi, ne de park. Kendi halinde, ISO 9001, bilemedin 14000 denetimlerinde bahçesi de varmış densin diye yapılmış klasik bir fabrika bahçesiydi. Rıfkı Abi ile Bülent Abi’ye de haber verelim onlar da gelsin dedi Oğulcan, onlar da Nikotinpark’ın nimetlerinden faydalansınlar. Onur’un o sırada telefon zaten kulağındaydı ve numaraları tuşluyordu. 30 saniye sonra organizasyon tamamdı ve Nikotinpark yolundaydı cunta. Nikotinpark’a geldiklerinde Onur sordu,
- Ne iş Oğulcan, hasatı topladın mı, mahsul nasıl bu sene, iyi mi ?
- Ya Onur Abi bizim müdür iyice fonksiyonunu yitirdi. Tazminat alabilir miyim, bilmem. Onur Abi yatakta iyi mi, bilmem. Neyi bilirsin, nasıl müdürsün ben anlamadım ki.
- Vayy adi karı, benim yatak performansımı da bilmiyormuş. Yuh diyorum kendisine.
- Bırak bu işleri Onur Abi yaaa. Tamam eski kurt olabilirsin ama yaşlandın artık. Artık ne kadar uzun zamandır sende tık yoksa, karı unutmuş senin performansını. Artık gençlere yol açman lazım. Bak Hakan Şükür bile çekildi bu işlerden.
- Lan o çekilmedi, el çektirildi.
- Bak ne kadar güzel söyledin. Aynı sen işte diyince Oğulcan, cunta bastı kahkahayı. Neler olduğunu tam olarak merak eden Bülent noldu ne konuştunuz diye ciddiyetle sordu Oğulcan’a. Bülent sürekli değişen pazarlama ihtiyaçlarına göre fabrikanın tüm üretimini esnek bir biçimde planlayabilen zeki biriydi. Genel müdür dahil fabrikadaki herkes ona saygı duyardı. Altında çalışan elemanları neredeyse tapıyordu ona. Yeni yönetim bile gelir gelmez kendisine hakettiği payeyi vermişti.

Oğulcan, Göksel Hanım ile konuşmasını “Tazminat alacak mıyım bilmiyor. Ne zaman ayrılacağım bilmiyor. Yani kısaca bir bok bilmiyor, bir de müdürüm diye ortalıkta geziyor” diye 10 saniyede özetledi. Onur, “ya bırak Bülent ya, baksana benim yatakta iyi olup olmadığımı bile bilmiyormuş, bunu tüm Türkiye bilir ki, ben yatakta 10 kaplan gücündeyimdir” diyerek araya girdi. Bülent, Rıfkı’ya dönerek, sen ne diyorsun Rıfkı dedi tüm Türkiye bilir mi gerçekten? Rıfkı, abi bu konu beni aşar, bana futbolla gel, iddaa ile gel, ama Onur’un cinsel problemleriyle gelme, ben bilemem şimdi Onur’un kuşu kalkıyor mu, füzeler hedefi vuruyor mu, nükleer başlıkların tahrip gücü yüksek mi diyince, cunta tekrar bastı kahkahayı. Artık sigaralar bitmek üzereydi ve zaman Bülent’in en iyi kullandığı şeydi. Tamam sigaralar bitiyor, eylem planını veriyorum, Oğulcan sen İK ile konuşuyorsun, ne zaman işe girmişsin tam olarak öğreniyorsun, ayrıca İK’ya bu tazminat olaylarını sorup bilgi alıyorsun, bu bilgilere göre stratejimizi yarın aynı saatte Nikotinpark’ta kurarız.

Herkes işinin başına dönerken Oğulcan da İK’nın yolunu tuttu. İK, yani İnsan Kaynakları, yani Metin Hicret’in direksiyonda olduğu vitesi boşta araba. Sokakta bu arabayı görseniz, motorunun sesiyle, gıcır gıcır kaportasıyla, geniş ve rahat koltuklarıyla, mp3 çalarlı ses sistemiyle, klimasıyla dört başı mamur diyebileceğiniz bu arabanın tek kusuru, sizi, hatta kendisini bile, bir yerden bir yere götürememesidir. E ne anladık biz bu arabadan diyorsanız, peşinen bilmelisiniz ki, İnsan Kaynakları departmanı, çalışmak için size uygun bir departman değil. Ama bu departmanın direktörü Metin Hicret, fabrikaya staja gelen liseli kızların gözünde çok kültürlü, bilgili ve karizmatik, hoş bir insan. Liseli kızlar; arabayla uzak yerlere gitmenin değil de, arabanın içinde oturmanın peşinde, klima sayesinde tam istedikleri sıcaklıkta, ses sistemi sayesinde tam istedikleri müziklerle heyyo heyyo yerinde sayan genç kitle; ders çalışmak zor gelince, zengin koca bulurum nolacak ki diye kendisini avutan nesil; Metin Hicret’i karizmatik, Einstein’ı kafayı yemiş bulan ırk; iyi de araba gitmiyor üstelik gereksiz yere benzin harcıyor diyene senin araban bile yok diyebilecek mantığın gerçek sahibeleri.

Oğulcan İK ofisinin kapısından içeri girdiğinde, o arabaya bindiğini sandı. Hoş kokular, trendy and friendly bir atmosfer, smart casual kılıklar, hayatlarından mutlu, gülümseyen yüzler. Oğulcan en az gülümseyen yüzün en işe yarar yüz olduğunu bildiğinden Gülçin Hanım’ın masasına doğru yöneldi. Gülçin Hanım muhasebeden İK’ya geçtiği için bu sahte cennetin farkındaydı.
- Merhaba Gülçin Hanım, müsait misiniz diye sordu Oğulcan.
- Buyrun Oğulcan Bey, nasıl yardımcı olabilirim size?
- Ben ayrılmaya karar verdim de, ayrılırken tazminat alabilir miyim, iznim kaldıysa onların parasını alabilir miyim, alabilirsem ne kadar alabilirim gibi dizi dizi sorularım var dedi gülümseyerek. Önce ayrılmanıza üzüldüm ama bu belirsizlik ortamında çalışmak gerçekten zor umarım fabirka için de sizin için de hayırlı olur diyerek konuşmasına başlayan Gülçin Hanım, Oğulcan’ın durumuna bakmak için bilgisayara döndü. Hımmm dedi, Oğulcan Bey 5 Ekim 2006’da başlamışsınız siz işe, 5 Ekim 2008’den önce ayrılmayacağınızı varsayarsak, 3 hafta izin parası ile biraz karışık olmakla beraber kıdem tazminatı da alma ihtimaliniz var. Gülçin Hanım’ın istifa ediyorsunuz değil mi siz ben yanlış anlamadım sorusunu Oğulcan başıyla onayladı. Buraya bu şekilde gelip ayrılma kararı verdiğini söyleyen birine istifa ediyorsunuz değil mi dye sorması Gülçin Hanım’ın aslında Oğulcan’a seninle ilgileniyorum mesajıydı. Zira Oğulcan işten kovulmuş olsaydı, Oğulcan’dan önce İK’nın bundan haberi olurdu. Gülçin Hanım devam etti.
- Kanuna göre esasen iş akdini tek taraflı olarak kanunda belirtilen haklı nedenler dışında bir nedenle feshettiğiniz için normal şartlar altında kıdem tazminatı ödemeyiz size, ancak fabrika el değiştirdikten sonra yeni yönetim, geçiş döneminde kendi isteğiyle işten ayrılanlara da kıdem tazminatı ödeyeceğini ifade etmişti. Kendi isteğiyle ayrılanların bazıları kıdem tazminatı aldı, bazıları ise alamadı. Yani bu konuda direktörünüz Ahmet Bey’den onay alabilirseniz, biz kıdem tazminatınızı size öderiz. İki yıllık kıdeminize karşılık ödeyeceğimiz tutar da 5,265 YTL olur. 3 haftalık izin parasını da dahil edersek, 6,322 YTL ödenecektir. Olayda hiçbir boşluk bırakmayan bu açıklama karşısında soru sormayı iyi becerebilen, meraklı Oğulcan Pirgelen bile tek kelime edememişti. Az gülümsemeniz boşa değilmiş Gülçin Hanım diye aklından geçirdi ve teşekkür ederek İK’dan çıktı. Kafası o kadar meşguldü ki, Gülçin’in seninle ilgileniyorum mesajını alamamıştı Oğulcan.

6,322 YTL iyi paraydı ve işin ilginç tarafı beynini kemiren belirsizlikten kurtulmak için bedel ödemeye bile razıyken, üstüne para alacak olmasıydı. Dünya gerçekten garip diye düşündü yol boyunca. Ofisine geldiğinde Göksel Hanım odasında telefonla konuşuyordu. Müdürünün odasına bakarak acaba Ahmet Bey ile benim durumumu mu konuşuyor diye düşündü Oğulcan, ama belli etmedi. Yapılacak işlerine konsantre olmalıydı artık.
- Onur Abi beta karoten geliyor di mi, sorun yok. Papaz olmayalım Bülent Abi ile.
- Yok, yok, panik de yok, sorun da yok cevabını alınca rahatladı. Akşama kadar satınalma siparişleri ile, planlamanın talepleri ile, tedarikçiler ile uğraştı durdu.

Akşam işten çıkıp doğruca eve gitti Oğulcan. 2 yaşındaki yeğeni Necati ile oynadı, arkadaşı Toygar ile iki saat telefonda havadan, sudan ve tabii ki futboldan konuştu. Bu sene Galatasaray’ın senesiydi, kadro şahaneydi, Fener’in kadrosu berbattı, Saraçoğlu Stadında bir UEFA finali neden olmasındı. O statta 2. UEFA kupasını kaldırmaları Toygar’ın ve Fener’in başına gelebilecek en kötü şeydi. Düşündükçe ürperiyordu Toygar. Oğulcan o gece 11.32’de yattı, sabah 07.25’te de kalktı ve işine gitti.

Çaycı Rıfkı’nın yanında çayını içip, bir süre iddaa geyikleri çevirdikten sonra masasına yerleştiğinde bile, Göksel Hanım daha ofise gelmemişti. Müdür olmak insana bir takım ayrıcalıklar sağlıyordu tabii. Hele Boğaziçi Üniversitesi İktisat mezunu, iki dil bilen, bir çocuk annesi, zengin ve güzel bir kadınsan bu ayrıcalıkların bir kat daha artıyordu. Göksel Hanım’ın kocası şehrin en çok kazanan kadın doğum uzmanlarından biriydi. 200 dönüm portakal bahçesi vardı ayrıca. Özel muayenehanesi ile ortağı olduğu özel hastaneden de iyi kazanıyor olmalıydı. Oğulcan iki yıl önce işe ilk başladığında Göksel Hanım’ın güzelliğine ve karizmasına vurulmuş, hatta bir fotoğrafını elde edebilmek için onun bilgisayarını bile karıştırmıştı. Sonra benzer durumdaki Onur’un bilgisayarında Göksel Hanım’ın fotoğrafını gördüğü anda iyi anlaşacaklarını anlamıştı. Hemen o fotoğrafı kendi bilgisayarına kopyalayarak, “İşte platonik aşkım” konulu bir e-mail atmıştı arkadaşlarına yarı şaka yarı ciddi.

Bu muhteşem ikili, Göksel Hanım’ın her hareketini detaylı bir şekilde inceliyordu artık. Hatta Göksel Hanım’ın bazı öğle tatillerinde ortadan kaybolup ofise geç döndüğünü farkettikleri zaman onu takip bile etmişlerdi. Bir apartmana girişini tespit etmişlerdi Göksel Hanım’ın ancak hem yakalanmamak hem de işleri aksatmamak için Göksel Hanım apartmandan çıkana kadar bekleyememişlerdi orada. Salt merak değildi tabii ki bu takibin nedeni. Eğer Göksel Hanım biriyle kocasını aldatıyorduysa, bu muhteşem ilkiliyle de kocasını aladatabilirdi. Bu ihtimal onları keyiflendiriyor, muhabbetlerine ayrı bir renk katıyordu. Göksel Hanım kendisine bir fan klübü kuracak olsa, bu ikisi o klübün muhakkak ilk üyeleri olurlardı.

Önce fabrikanın satılacağı söylentilerinin makine aralarında, yemekhane masalarında, idari bina koridorlarında dolaştığı ve sonra fabrikanın gerçekten satışının gerçekleştiği süreçte Göksel Hanım’dan belirsizliği yöneten “lider” hareketlerini göremeyen Oğulcan, yavaş yavaş ona olan saygısını yitirmeye başlamıştı. Mevcut durumda ise, Göksel Hanım’ın onca zenginliğine ve konforuna rağmen sadece kendi çıkarlarını korumaya yönelik hareket ettiğini görerek üzülüyor, hatta ona bu nedenle kızıyordu. En son bu iki ay daha buradasın meselesi de bardağı taşıran son damlaydı.

Oğulcan, Göksel Hanım’ın odasına gitti, dünkü gibi kapıyı çalmadan girdi, müsait misiniz diye sordu, evet cevabını alınca dün oturduğu koltuğa oturdu ve Göksel Hanım’a bir gelişme olup olmadığını sordu. Göksel Hanım, Ahmet Bey ile konuştuğunu Oğulcan’ın işten ayrılma kararı konusunda bilgi verdiğini, tazminat konusunu sorduğunu ama net bir cevap alamadığını, bakalım, edelim, İK’ya soralım gibi cevaplar aldığını, ayrılma zamanlaması konusunu Ahmet Bey’in tamamen kendisine bıraktığını uzun uzun anlattı önce. Sonunda Göksel Hanım konuyu kendisini ilgilendiren asıl meseleye, ayrılma zamanlamasına getirmişti. Göksel Hanım, 30 Kasım diyordu, Oğulcan 6 Ekim, yani iki senesini doldurduğu günün bir gün sonrası. Göksel Hanım yaşayacağı zorlukları anlatıyordu, Oğulcan da kendi durumunu. Sonuç alınamıyordu. Sonra tekrar görüşülecekti. Oğulcan’ın canı iyice sıkılmaya başlamıştı.

Cunta Nikotinpark’ta toplandı. Oğulcan son durumu anlattı. Bülent o gün fabrikada önemli bir toplantı yapılacağını ve büyük ihtimalle bu toplantıda fabrikanın taşınmasının kesinleşeceğini ve taşınma için uygun bir tarih belirleneceğini, bu tarihin de büyük bir olasılıkla 30 Kasım olacağını söyledi. Fabrika 30 Kasım’da taşındığında burada kalan bölümün satınalma faaliyetleri için iki kişinin yeteceğini düşündüğünü de sözlerine ekledi. Oğulcan çok sinirlenmişti, adi karıya bak, 30 Kasım’da fabrikanın taşınacağını muhtemelen birinden duydu, beni kanımın son damlasına kadar kullanacak, benim işten ayrılışım da onun işine gelecek dedi sinirli bir ses tonuyla. Bülent evet fena plan değilmiş gerçekten de diyerek, Oğulcan’ı sakin sakin toplantının sonucunu beklemesinin en akıllıca hareket olduğuna ikna etti. Oyun buysa, kuralları da buydu ve cunta da fena oynamazdı bu tip oyunları. Bülent sigarasını yere attı ve arkadaşlar benim şu sözü geçen meşhur toplantıya gitmem gerekiyor diyerek aralarından ayrıldı. Cunta elemanları da hemen ardından işlerine döndüler.

Toplantıda herşey Bülent’in tam tahmin ettiği gibi gitti. Genel Müdür, yeni patronların fabrikanın 30 Kasım’a kadar taşınmasına karar verdiklerini ve taşınma için gerekli hazırlıkların bir an önce başlatılması için tüm direktörlerin buraya gelerek durum değerlendirmesi yapacaklarını, bu nedenle herkesin üzerine düşen hazırlığı yapması gerektiğini söylendi. Durum değerlendirme toplantısı yarın yapılacaktı. Toplantının hemen ardından fabrikanın taşınacağı, Genel Müdür tarafından bir e-mail ile tüm personele duyuruldu. Oğulcan tüm direktörlerin yarın fabrikada olacağını duyar duymaz, direktörü Ahmet Naif’i aradı.

Ahmet Naif, soyadı gibi naif bir kişilikti. Bulunduğu mevki için yeterli karizmaya, zekaya ve bilgiye sahip olmasa bile güvenilir kişiliğiyle patronlara göre bu eksiklerini kapatıyordu. Kimseyi kırmamaya çalışarak yöneticilik yapmanın doğru olduğunu düşünüyordu. Gerçekte ise, kimseyi kırmadan yöneticilik yapmak, etliye sütlüye bulaşmamak, sorumluluk almamaktı. Beş fabrikanın yer aldığı grubun tüm satınalma deparmanları kendisine bağlıydı. Ahmet Bey, Göksel Hanım ile konuştuğunu, ayrılışından haberdar olduğunu, bundan üzüntü duyduğunu, ama bir taraftan da fabrikanın taşınma kararı sonucu ayrılmak zorunda kalmasındansa, bu şekilde ayrılmasının daha hayırlı olacağını düşündüğünü Oğulcan’a güven verici bir ses tonuyla anlattı ve tazminat konusunda elinden geleni yapacağına söz verdi. Oğulcan teşekkür etti ve yarın buraya gelmesi durumunda kendisiyle 10 dakika yüz yüze görüşmek istediğini söyledi. Ahmet Bey, bu konuda da kendisine söz verdi.

Ertesi günün sabahında Oğulcan uykusunu almış bir şekilde dinç kalktı yatağından. Sinek kaydı traş oldu, kahvaltısını yaptı. Ofisine adımını attığında kendini gayet enerjik ve güne hazır hissediyordu. Ayrılma vakti yaklaştığından artık işlerini de boşlamaya başlamıştı. 6,322 YTL tazminatını alacak ve 6 Ekim’de yeni işine başlayacaktı. Bundan başka herşey ona önemsiz geliyordu. Tüm enejisini toplayıp bu konuya kanalize ediyordu. Diğer taraftan da konuyu analize devam ediyordu.

Önünde iki parçalı bir hedef ve bu hedefe ulaşması için geçmesi gereken iki engel bulunmaktadı. 6,322 YTL tutarındaki tazminatı almak için Ahmet Naif, 6 Ekim’de gitmesi içinse Göksel Nesligüzel engellerini aşmalıydı. Madem ki, Göksel Nesligüzel’in tazminat konusunda kendisine bir faydası dokunmuyordu, o zaman zarar vermesini de engellemeliydi. Tazminatı Ahmet Bey’den bağlayabilirse, Göksel Nesligüzel’i silahsız bırakabilir, istediği tarihte de işi bırakabilirdi. Aksi takdirde Göksel Nesligüzel üzerinden Ahmet Bey ile iletişim kurduğu sürece Göksel Nesligüzel tazminat konusunu bir şantaja dönüştürebilir ve bu durumda Oğulcan ya tazminatı alıp 6 Ekim’de işi bırakamazdı ya da 6 Ekim’de işi bırakır ama tazminatı alamazdı. Ahmet Bey’i de zaten tazminat konusunda Göksel Nesligüzel’i aradan çıkarabilmek için aramıştı. Bugünkü konuşmada tazminat konusunda bir söz alabilirse, Ahmet Bey Göksel Nesligüzel için sonradan sözünü yemezdi. Bu arada bir fırsatını denk getirip, Ahmet Bey’e Göksel Nesligüzel’i inandırıcı bir biçimde kötüleyebilirse, kendisini daha iyi hissedeceği de kesindi.

Oğulcan bu düşüncelere daldığından Göksel Nesligüzel’in ofise geldiğini farketmemişti. Onu ofisinde görünce odasına gitmek için masasından kalktı, dünkü ve ondan önceki günkü gibi kapıyı çalmadan içeri girdi, müsait misiniz diye sordu, evet cevabını alınca dün ve ondan önceki günkü oturduğu koltuğa oturdu. Göksel Hanım işten ayrılma tarihimiz hakkında siz hep 30 Kasım diyorsunuz ama bu tarih mümkün değil, benim 6 Ekim’de muhakkak yeni işyerimde işbaşı yapıyor olmam gerekiyor dedi. Göksel Nesligüzel fabrika da taşınıyor herşey karman çorman olacak, şu fabrika taşınana kadar burada kalsan nolur diye Oğulcan’a yakındı. Göksel Nesligüzel olmayacak bir şey istiyordu. Çünkü Oğulcan bu duygu sömürüsü kokan yakınmanın ardından iki parçalı hedefinde parçaların çatışması, yani bir parçayı gerçekleştirebilmek için diğerini feda etmek durumunda kalması halinde hangi parçanın öncelikli olduğuna kesin olarak karar vermişti. Tazminatı alsa da, almasa da, 6 Ekim’de yeni işyerinde işbaşı yapacaktı.

Yerine döndüğünde, Onur, Rıfkı’nın Ahmet Naif’in fabrikaya geldiğini haber vermek için aradığını söyledi. Oğulcan, iyi abi iyi, dedi, bugün dananın kuyruğu kopacak herhalde, birazdan Nikotinpark’ta anlatırım. Onur eyvallah dediği anda ofisin kapısından içeri Ahmet Naif girdi. Herkese selam verdikten sonra doğruca Göksel Nesligüzel’in odasına girdi. Toplantı için Göksel Nesligüzel ile bir ön görüşme yapmasının faydalı olacağını düşünmüştü. Yaklaşık yarım saat süren görüşmesi bittikten sonra Ahmet Bey, fabrikanın Genel Müdür’ünün odasına gitti. O sırada Bülent de Genel Müdür’ün odasındaydı. Öğle yemeğinin hemen ardından cunta Nikotinpark’ta toplandı.

Oğulcan son durumu kısaca özetledi. Bugün Ahmet Naif ile 10 dakika yüzyüze konuşabilirse bu işi büyük bir ihtimalle halledeceğini söyledi. Bülent eğer görüşemiyor gibi olursan bana haber ver ben seni görüştürmeye çalışırım dedi. Oğulcan eyvallah abi dedi hayırlısı olsun. Rıfkı, Zlatan İbrahimoviç’in geçtiğimiz haftasonu attığı golü ballandıra ballandıra anlatmaya başladı. Öyle güzel anlatıyordu ki, tüm gözleri kendisinin üzerine toplamayı başarabilmişti. Bugün akşamki Piacenza Sampdoria maçını kesin Sampdoria kazanacak, bu hafta mutlaka iddaa oynayın, bu maç hem banko hem de oranı 2.60 dedi. Oğulcan ben zaten oynayacağım ama Piacenza’ya dedi ve sigarasını yere atıp üstüne basarak söndürdü. Vakit tamamdı, cunta dağılıyordu. Giderayak Rıfkı, Oğulcan’a gel paranı sokağa atma, aptal olma dediyse de, pek etkili olmadı. Oğulcan için düşünecek Piacenza Sampdoria maçından daha önemli konular vardı.

Oğulcan ile Onur ofiste çene çalarlarken, toplantı da başlamıştı. Ama toplantı ne Onur’un ne de Oğulcan’ın umurundaydı. Oğulcan zaten ayrılıyordu, Onur da ununu çoktan elemiş eleğini asmak üzereydi. Onlar da ünlü yabancı futbolcular ve eşlerinin fotoğraflarını içeren sunum dosyasını inceliyorlardı. Henry, Thuram, Beckham, Ronaldo gibi yıldız futbolcuların eşleri de taş gibiydi. Aralarında en güzel futbolcu eşinin hangisi olduğu konusunda hararetli bir tartışma yaşanacakken, tanıdık bir yüz geldi ekrana. Dört sene önce Galatasaray’a geldiğinde Anelka’nın bonusu diye Fenerlilerin dalga geçtiği, fakat sezonun sonlarına doğru kaderin bir cilvesi sonucu Anelka çağrılmazken Fransız Milli Takımı’na çağrılan ve kısa bir süre sonra da Galatasaray’dan parasını zamanında alamadığı gerekçesiyle olaylı bir şekilde Marsilya’ya giden ve iki sezon sonra 20 milyon Avroya Bayern Münih’e transfer olan hilkat garibesi görünümlü Franck Ribbery’den başkası değildi ekrandaki. Yanında da en az kendisi kadar çirkin karısıyla mutlu bir aile pozu vermişlerdi. Oğulcan da Onur da ekrana bakıp bakıp gülüyorlardı.

Toplantı sona ermiş olmalıydı ki, koridorda Bülent’i gördüler, Onur ile Oğulcan’ın masasına doğru gülerek geliyordu. Oğulcan’a sordu,
- Sen görüştün mü Ahmet Naif ile ?
- Yok abi, toplantıda değil mi o ?
- Ohoooo, toplantı biteli yarım saat oldu.
- Ne bileyim abi buraya uğrar herhalde gitmeden, dün benimle on dakika görüşeceğine söz verdi bana.
- Lan unutmuştur o. Ahmet Bey’e imzalatman gereken bir şey var mı ?
- Yaratırız abi, zaten herşey için imza atmaya pek meraklı bu yeni yönetim.
- İyi hadi imzalatacak bir şey bul da gidelim. Genel Müdür’ün odasında olması lazım onun. Oğulcan hemen ambalaj alımına ilişkin üç gün sonra yapılması gereken bir ödeme için talimat formu hazırladı ve çıktı aldı yazıcıdan. Tamam abi ben hazırım gidebiliriz dedi Bülent’e.

Bülent yolda Oğulcan’a toplantınn Göksel Nesligüzel ile ilgili kısımlarını anlatıyordu.
- Ama asıl bomba dedi, taşınma sonrası satınalma departmanının nasıl bir yapıda fonksiyonunu sürdüreceği konuşulurken, planlama müdürü olarak ben söz aldım ve dedim ki, satınalma aslen benim uzmanlık alanım olmamakla birlikte, planlama bölümü olarak yıllardır koordinasyon içinde çalıştığımız bu bölüm için dışarıdan bir göz olarak fikrimi söylemek isterim. Genel Müdür, tabii Bülent Bey buyrun sizin değerli fikirlerinize her zaman itibar etmişizdir diyince devam ettim. Eğer bahsi geçen üretim birimleri taşınacaksa, geriye kalan üretim birimlerinin satınalma faaliyetleri için iki kişi yeterli olacaktır sanıyorum dedim. Genel Müdür, Göksel Hanım ile Onur Bey’i mi kastediyorsunuz diye sorduğunda da bombayı patlattım. Hayır Onur ile Vedat’ı kastediyorum, bu kadar küçülmüş bir bölümün müdüre ihtiyacı olacağını sanmam.
- Offf abi yaman adamsın valla. Eee sonra noldu, Göksel karısının yüz ifadesi nasıldı peki?
- Tabii ki çok bozuldu. Çaresiz bir savunma yaptı ve kimseyi ikna edemedi tabii dedi Bülent, o sırada genel müdür sekreterinin önüne gelmişlerdi. Bülent, Ahmet Bey içeride mi diye sordu sekretere. Sekreter gülümseyerek evet içeride Bülent Bey buyrun dedi. Bülent Bey Oğulcan’ı da yanına alıp kapıyı çaldı içeri girdi. Oğulcan kardeşimin Ahmet Bey’e imzalatması gereken acil bir belge varmış da genel müdürüm kendisi çekinmiş, ben dedim çekinmene gerek yok, operasyonel işler her zaman öncelikli olmalıdır. Ahmet Bey de Oğulcan’a dönerek tabii Oğulcan Bey iş yapan adama engel olunur mu hiç, gel de ne imzalanacaksa imzalayayım dedi. Oğulcan belgeyi Ahmet Bey’e imzalatmak için o tarafa doğru yönelirken, Bülent de bana müsaade müdürüm diyerek odadan ayrıldı.

Ahmet Bey, Oğulcan’ın kendisine imzalatmaya çalıştığı belge hakkında yalandan sorular soruyor, ancak cevapları dinlemiyordu. Haa öyleyse bu ödemeyi hemen yapmamız lazım Oğulcan Bey ambalaj konusu önemli diyerek belgeyi imzaladı. Ambalaj konusu önemliydi, çünkü Oğulcan’ın çalıştığı fabrikanın ambalaj satınalmasına harcadığı toplam para Ahmet Bey’in sorumluluğundaki diğer dört fabrikanın bu iş için harcadığı paradan daha düşüktü. Oğulcan teşekkür ettikten sonra, Ahmet Bey’e bizim departmana da uğrayacaksınız değil mi diye sordu. Ahmet Bey, Oğulcan’a verdiği sözü tamamen unutmuştu, ama hiç bozuntuya vermedi. Tabii Oğulcan merak etme seninle konuşmadan gitmeyeceğim bu şehirden dedi. Estağfurullah ben öyle demek istemedim diye karşılık verdi Oğulcan. Takılıyorum be Oğulcan Bey, kızmıyorsun ya bana diyen Ahmet Bey’in keyfi yerindeydi. Estağfurullah tekrar yetişti Oğulcan’ın imdadına, teşekkür ederek odadan çıktı.

Ahmet Bey, saat 17.03’te departmanın kapısında göründüğünde, Oğulcan bir saattir işlerini toparlıyordu. Her ne kadar işleri boşlamışsa da, işlerin aksamadan yürümesine engel olacak kadar salmamıştı. Ahmet Bey, Oğulcan’ın yanına gelip kısık sesle, ben Göksel Hanım ile 10 dakika görüşeceğim, odadan çıkıp toplantı odasına gideceğim. Arkamdan da sen gel, orada yüzyüze konuşuruz. Tabii Ahmet Bey dedi Oğulcan, ama neden kısık ses, nedir bu gizlilik bir anlam verememişti.

17.14’te Ahmet Naif, Göksel Nesligüzel’in odasından çıkmış, toplantı odasına doğru gidiyordu. Oğulcan, Onur’a abi kader anı dedi, bana şans dile, ben gidiyorum. Dua edin demezdi kimseye, sanş dileyin derdi. Oğulcan Kuran-ı Kerim’in Türkçe mealini defalarca okuyup huzur bulan bir çocukken, yıllar sonra tekrar okuduğunda küçükken bulduğu huzurun tamamen psikolojik olduğunu fark etmiş ve Kuran-ı Kerim’in pekçok ayetine katılmadığını söyleyerek dinden çıkmıştı. Allah’ın evreni ve insanı yarattığına inanıyor, ama üzerinden bilmem kaç milyar yıl geçtikten sonra bile hala evrene müdahale ettiğine inanmıyordu. Dolayısıyla duaları Allah’ın çok da fazla dinlediği kanaatinde değildi. Onur, hadi gazan mübarek olsun diyerek uğurladı Oğulcan’ı.

Toplantı odası, zevksiz bir tasarımcı tarafından tasarlandığından, insanı yutacak ve bu zevksizliğe sonsuza kadar mahkum edecek gibiydi. Gel otur Oğulcan Bey, anlat bakalım yüzyüze ne konuşmak istiyorsun benimle diye sordu Ahmet Naif. Oğulcan’ın da, bu satırların yazarı olarak benim de, uzun zamandır beklediğimiz an nihayet gelmişti. Oğulcan anlatmaya başladı,
- Ahmet Bey biz çok fazla birlikte çalışamadık. İsterdim ki, daha uzun birlikte çalışmış olalım ve ben faydalı olacağını düşündüğüm bu konuşmayı şu anda yapmak durumunda kalmayayım. Ama maalesef kısmet değilmiş. Ben iki yıldır bu fabrikada canımı dişime takarak, elimden gelen en iyi hizmeti mesai kavramı gözetmeksizin vermeye çalışıyorum.
- Estağfurullah Oğulcan Bey bundan en küçük bir şüphemiz olsa, burada bu konuşmayı, bu biçimde yapıyor olmazdık.
- Teşekkür ederim, bunu duymaya ihtiyacım varmış dedi Oğulcan ve konuşmasına devam etti. Ben çalışmaya başladığımda bu departmanda 7 kişi çalışıyordu Ahmet Bey. İş hacmi aynı olmasına rağmen son 6 aydır 4 kişi çalışıyoruz. Neredeyse hepimiz daha önce iki kişinin yaptığı işleri tek başımıza yapıyoruz. Bence mevcut şartlar altında gayet de başarılıyız. Ama malum, fabrika satıldığından beri hepimizde bir gelecek kaygısı var ve fabrikanın taşınması söylentilerinin gerçeğe dönüşmesi üzerine bu kaygı daha da arttı. Yoksa ben neden ayrılmak isteyeyim ki. Ama sonuçta telefon görüşmemizde sizin de söylediğiniz gibi fabrikanın taşınma kararı sonucu ayrılmak zorunda kalmamdansa böylesi bence de çok daha hayırlı oldu. Yeni yönetimimiz fabrikayı devraldığından beri iyi niyetle bir çok çalışana haklı neden olmaksızın istifa etmelerine rağmen kıdem tazminatı ödemesi yaptı. Tüm bu istifa ettiği halde kıdem tazminatı alan bu personelden farklı bir muamele görmek istemiyorum açıkçası. Bu, bana ağır gelir.
- Oğulcan dedi Ahmet Bey, İK ile bu konuyu görüşmedim, ama eğer onlar sana kıdem tazminatı ödemekte bir sakınca görmüyorlarsa, merak etme ben bu ödemeyi onaylarım.
- Ahmet Bey, ben İK ile konuştum, direktörünüz onaylarsa biz öderiz, bizim açımızdan bir sıkıntı olmaz dediler dedi Oğulcan.
- O zaman mesele yok Oğulcan, ödeme talebi önüme geldiğinde ben onaylarım.
- Çok teşekkür ederim Ahmet Bey dedi Oğulcan, gözleri parlıyordu. Tazminatı halletmişti, şimdi Göksel Nesligüzel’i inandırıcı bir şekilde kötülemeye gelmişti sıra. Sağ gösterip sol vuracaktı.
- Oğulcan, ben açık sözlü insanları severim, genelde en doğru sözleri onlar söylerler dedi Ahmet Bey, senin açık sözlülüğünü de sevdim. Hiç prensibim olmamasına rağmen sana Oğulcan diye hitap ediyorum. Şimdiye kadar sana hep Oğulcan Bey diye hitap etmiştim.
- Teşekkür ederim Ahmet Bey bu güzel sözleriniz için.
- Oğulcan şimdi bu samimiyetimize güvenerek sana bir soru sormak istiyorum ama aramızda kalsın lütfen bu.
- Tabii ki Ahmet Bey, buyrun lütfen. Oğulcan bu hamleyi beklemiyordu Ahmet Bey’den. Samimiyetimize güvenerek, aramızda kalması gereken ne soracaktı ki Ahmet Bey diye düşünmeye başladı. Fazla düşünmesine gerek kalmamıştı, Ahmet Bey belli ki, açık sözlüleri sevdiği kadar da açık sözlüydü.
- Göksel Hanım’ın maddi durumu nasıl diye sordu Ahmet Bey pat diye. Oğulcan kulaklarına inanamadı, bu, Göksel Nesligüzel’i inandırıcı bir şekilde kötülemek için arayıp da bulamadığı fırsattı, hele Ahmet Bey söyleyeceklerine inanmaya bu kadar hevesliyken. Zira, Ahmet Bey’in Göksel Nesligüzel’i taşınma sonrası işten çıkarmayı düşündüğünü ve bu konuda vicdanını rahatlatmak için bu soruyu sorduğunu Oğulcan’ın anlaması çok zor olmamıştı.
- Bu soruya cevap vereyim ama lütfen aramızda kalsın dedi Oğulcan kendini ağırdan satarak.
-Tabii tabii, bundan emin olabilirsin Oğulcan.
- Göksel Hanım’ın maddi durumu benim bildiğim kadarıyla oldukça iyi dedi Oğulcan, kocası şehrin en tanınmış kadın doğum uzmanlarından biri, özel muaynehanesi var, özel bir hastanenin ortağı, 200 dönüm portakal bahçesi var, oturdukları ev kendilerine ait, güzel bir yazlıkları var, ayrıca Göksel Hanım’ın buradan aldığı maaş da oldukça yüksek olmalı. Oğulcan ilk solunu vurmuştu, biraz daha sağ göstermesi gerekiyordu. Ama tabii bu tamamen dışarıdan görünen, atalarımız ne derler bilirsiniz Ahmet Bey, para ile imanın kimde olduğu belli olmaz.
- Tabii canım, orası öyle dedi Ahmet Bey.
- Ayrıca ben onların harcamalarını bilemem, kızlarının eğitim masrafları çok fazla olabilir, düzenli kredi ödemeleri falan vardır belki. Sonuçta büyük başın derdi büyük olur.
- Haklısın Oğulcan tabii dedi Ahmet Bey, düşünceliydi. Bu düşünceli hali Oğulcan’ın çok hoşuna gitmişti. Sağ göstermeye devam dedi kendi kendine.
- Göksel Hanım, çok iyi bir yöneticidir. Mükemmel bir eğitim almıştır. Ekip çalışmasına çok inanan bir yapısı vardır. Mesela ben burada çalışmaya ilk başladığımda beni “bu odaya tek kapı çalarak girerek giren sensin, kapıyı çalmana gerek yok” diye uyarmıştı. Ekibinde çalışanlara yumuşak davranarak geniş yetkiler verir ve onların sorumluluk almalarını sağlar. Çok gerekmedikçe çalışma arkadaşlarına müdahele etmez. Göksel Hanım’ın başında bulunduğu bir departmanda çalışan kişilerin verimleri yüksektir. Oğulcan'ın artık solunu vurması gerekiyordu. Mesela bizim ambalaj satınalma faaliyetlerimiz bence çok başarılıdır. Son zamanlarda departmandaki arkadaşlarımızın ayrılması neticesinde ben de ambalaj satınalmalarımızı yakından inceleme fırsatı buldum ve başarılı operasyonların altında hep Onur Söker’in imzasını gördüm. Onur Bey’e geniş yetkiler veren Göksel Hanım, bunun meyvelerini topluyor işte dedim kendi kendime. Hem departman iyi çalıştığı için Göksel Hanım, hem de işinde başarılı olduğu için Onur Bey kazanıyordu. Kazan kazan politikasının bu başarılı uygulaması, departmandaki herkes için de ekstra bir sinerji yaratıyordu. Yine Göksel Hanım’ın kendisine bağımlı bir sistem yerine, kendisi olmadan da işleyebilen bir sistem kurmuş olması gerçekten takdire şayandır bence. Kendisinin yıllık iznini kullandığı dönemlerde bile departmanın işleri aksamadan yürüyor. Oğulcan’ın sözlerini ilgiyle dinleyen Ahmet Naif’in uçağı kalkmak üzerinde olduğundan bu sohbetin daha fazla uzaması mümkün değildi.
- Samimiyetle bu düşüncelerini benimle paylaştığın için çok teşekkür ederim Oğulcan dedi Ahmet Naif, daha da dinlemek isterdim ama maalesef uçağa yetişmem gerek. Yolun açık olsun. İnşallah hem senin için hem de fabrikamız için hayırlısı olur.

Oğulcan Ahmet Naif’i uğurlarken son kez tokalaşıp öpüştüler. Ahmet Naif havaalanına, Oğulcan da yeğeni Necati’nin yanına, eve gitti. Necati o gün herzamakinden daha şirin göründü gözüne. Annesi’nin yemekleri herzamankinden daha lezzetliydi. How I met your mother dizisini herzamankinden daha çok eğlenerek izlemişti. Herzamankinden daha temiz olmuştu dişleri fıçalandıktan sonra. Herzamankinden daha güzel uyumuştu tüm gece ve herzamankinden daha çok almıştı uykusunu o sabah uyandığında.

İşe gelir gelmez, Onur’a abi bomba gibi haberlerim var, en kısa zamanda Nikotinpark’ta toplanalım dedi Oğulcan. 45 dakika sonra, planlama müdürü Bülent, satınalma sorumlusu Onur ve çaycı Rıfkı ağızlarında yeni yanmış sigaraları ile Nikotinpark’ta Oğulcan’ın anlattıklarını büyük bir ilgiyle dinliyorlardı. Oğulcan sözlerini bitirdiğinde herkes kahkahayla gülüyordu.
- Gerçekten “ambalaj satınalmalarına ilişkin başarılı operasyonlarda hep Onur Söker’in imzasını gördüm” mü dedin diye sordu Onur, kelimesi kelimesine böyle mi dedin?
- Evet, bir sakıncası mı vardı diye gülerek yanıtladı Oğulcan. O ana kadar gülerek tüm bu olayları dikkatle dinleyen Bülent, Oğulcan’a dönerek,
- Sen de az götveren değilmişsin lan Oğulcan dedi. Yine hep beraber gülüştüler. Rıfkı, konuyu değiştirerek Oğulcan’a lafını soktu.
- Yaaaa Oğulcan, sen de az çakal değilsin ama işte futbol bilgin biraz kıt. Noldu dün akşamki Piacenza Sampdoria maçı, ben sana Samdoria’ya oyna, hem oranı da çok iyi demedim mi? Sen ne dedin, ben Piacenza’ya oynayacağım abi dedin. Noldu ? Boruyu yedi tabii evinde Piacenza.
- Valla haklısın abi dedi Oğulcan, iyi ki de ben unutmuşum dün iddaa oynamayı. 6,322 YTL tazminatım azalsa napardım?

Son sözü baş yaran umulmadık taş söylemişti. Nikotinpark’tan fabrika binasına kadar ulaşamıyordu cuntanın kahakahaları ama yine de yeterince şendiler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder