22 Eylül 2008 Pazartesi

Gazete Tadında Günler

Çocuktum, dedem sürekli haberleri izlerdi televizyondan, radyodan ve gazetelerden. Saat 20.00 TRT1 Ana Haber Bülteni dedemin seyretmezse olmaz programıydı. Bir çocuk olarak akşamın en güzel saatinde yatmama bir kaç saat kala bu sıkıcı programı dedemin izliyor oluşuna kızardım. Dede niye izliyorsun bunu diye sorduğumda, dünyada, ülkemizde neler olmuş haberimiz olmasın mı oğlum derdi bana. Ya derdim dede, General Noriega’nın askerlerinden, Tamil Gerillalarından, hergün birbirinin aynısı trafik kazalarından, cumhurbaşkanımızın başbakanımızın konuşmalarından haberimiz olsa nolur olmasa nolur. Aslında dedem de bu rutinin farkındaydı ama değilmiş gibi yapıyordu. Onun hayatı böyle düzenli rutin bir hayattı, bu yaştan sonra kurcalanmaya müsait değildi.

Bizim evde siyaset, haber falan hiç konuşulmazdı. Babam bu tür olayları en ince ayrıntısına kadar gazetesinden takip eder, gazetede okunmadık tek satır bırakmazdı. Ama okudukları ile ilgili yorumları kendi iç dünyasında kalır, bunları konuşmazdı. Televizyon abimle bana kalmıştı. Star 1 kurulunca sayemizde evde haberler izlenmez olmuştu.

Körfez Savaşı bilgisayar oyunu ve simultane çeviri şenlikleriydi benim için. Yavaş yavaş, sürekli es vererek konuşan çevirmenlerin ilginç tonlamalarını taklit eder dururduk. Spor haberlerini saymazsak, haber bültenleri sadece seçim zamanları Demirel, Özal, İnönü polemikleri ile eğlenceliydi. Bir kere üç adam da sıradan konuşmuyordu. Kendilerine özgü tonlamaları, sesleri ve kelimeleri vardı. Binaenaleyh Demirel'in, açık seçik ifade edeyim Özal’ındı. Başkaları kullanmazdı bu kelimeleri. İnönü’nün tonlaması ise başlı başına bir eğlenceydi. Anneannem culuk çıktı yine derdi televizyonda kendisini gördüğünde. Neden bilmem ben hep Özal’ı tutardım. Özal da genelde kazanırdı zaten. Hatta Anap’ın ilk kaybettiği seçimin sabahı uyandığımda anneme sormuştum. Nasıl yani Anap kazanamadı mı, ee peki şimdi nolacak ? Artık ne demekse koalisyon olacaktı ve oldu. Büyüyünce anlarsın haberleri neden izlediğimi derdi dedem ve ben daha büyümemiştim.

Çocuktum, benim özel gündemim vardı. He-Man ile Superman kavga etseler kim kazanırdı ? Çizgi filmdeki Hayalet Avcıları mı yoksa, filmdeki Hayalet Avcıları mı daha iyi avlıyorlardı hayaletleri ? Red Kit neden yalnızdı, niye hiç arkadaşı yoktu ? Rıdvan sakatlıktan kurtulup, yeniden Fenerbahçe’yi yükselişe geçirecek miydi ? Kareem Abdul Jabbar’ın ismi neden Kerim Abdülcabbar değildi ? Lamborghini, Porsche ve Ferrari yarışsalar hangisi kazanırdı ? Maradona hep kazanırdı da, Zico neden kaybederdi ? Bilya oyunundaki kötü gidişe kim bir dur diyecekti ? Sünnetimde Ümit Abi’min İngiltere’den getirdiği şahane bilyeler bir bir elimden kayıyordu.

Sonra lisede başladı ilk Kapitalist – Komunist, Osmanlı – Atatürk tartışmaları. Dezenformasyon ile komplo teorileri ile lisede tanıştık. Bize anlatılanlar yalandı, yanlıştı. İddialar muhtelifti. Ne Bandırma Vapuru öyle pespaye bir gemiydi, ne de Vahdettin satmıştı vatanı. Kurtuluş Savaşı’nda 1. İnönü Zaferi diye anlatılan savaşta karşımızdaki Yunan Gücü 500 – 600 kişiden fazla değildi. Kongrelerde alınan kararlar kongrede konuşulanlarla ilgisizdi. Kararları siyasi duruma uygun bir şekilde Atatürk’ün ekibi yazıyordu.

Biraz daha büyüyünce, Üniversitede bu kez ben deli gibi gazete okuyordum. Okunmadık satır kalmazdı zamanın Yeni Yüzyıl gazetesinde. Sonra eve çıktığımda internette okumadığım gazete kalmaz oldu. Akit’ten tutun (sonradan Vakit oldu) Birikim Dergisine kadar.

22 yaşımdaydım. Bıraktım. O gün bugündür spor haberleri dışında gazete okumam. O gün bugündür siyasete dair tartışmalara girmemeye çaba gösteririm. O gün bugündür oy bile vermem. Fakat bu öyle bir şey ki, pop müzik gibi. Bilinçli bir şekilde hiç dinlemesen bile, bir de bakmışsın ki piyasanın tüm şarkılarını bir şekilde biliyor olmuşsun. Haberin doğruluğundan haberin olmasa da varlığından haberin oluvermiş. Belirlenen gündemlerden, değiştirilen gündemlerden haberin oluvermiş. Eğer kendini kaptırırsan, başkalarının gündemi, bir bakmışsın senin de gündemin olmuş. Sen diye bir şey kalmamış, onun yerine alacalı bulacalı belli bir kalıba sokulmak için formatlanmış anket insanı işgal etmiş bünyeni.

Dün liseden 3 arkadaşım, onların karıları ve ben buluştuk. Gün bir gazete tadında yaşandı gerçekten. Hemen başlarda kısa başlıklarla geçildi nasılsın, iyiyim ya sen sorularına. Oradan çıkacaktı günün manşeti. Ama manşetlik haber bulunamadı. Sayfa küçük küçük 5 6 haberle geçti. Sonra tanıdıkların şaşırtıcı haberleri magazin sayfası ve 3. sayfayı doldurdu. Burada fularların bu sene çok moda olduğunu iddia eden bir köşe yazısı yayınlandı. Bir de sokaktaki bir kızın kıyafetleri üzerinden sınıfsal bir sosyokültürel analiz yapıldı. Ekonomiden bahsedildi, ortaklaşa ev alma projeleri hakkında konuştular. Ben bu projeye katılmadığım için sustum. Fakat kira getirileri – elde edilme maliyetleri rasyosu yüksek yerlere yatırım yapılması fikri herkesçe kabul gördü.

Sonra Okey oynandı. 7 kişiydik. Önce herkes karısıyla beraber oynasın 4. de ben olayım fikri ortaya atıldı. Ben okeyi sevmezdim. Çekirdek çitmek gibiydi okey oynamak. Küçücük bir tat için uğraşır dururdun. Okey taşlarını büyük bir hız ve ustalıkla dizenlerin çekirdek çitmeyi de iyi becerdiklerine dair bir teorim vardı. Ben ikisinde de kötüydüm mesela. Karşımdaki karı kocalara, taşları dizmem ve dağıtmam, sadece oynarım, kabul ediyorsanız oynayayım, yok etmiyorsanız, gelsin biriniz buraya otursun dedim. Kabul etmediler. Kocanın biri çaresizce ayrıldı karısından. Ben de gazetenin dış haber servisi olarak Dünyadan Haberleri veriyordum. Oyunun 4 tarafını iddialarına ve söylemlerine göre derhal isimlendirmiştim. Varşova Paktı, Nato, Avustralya ve Çin. Avustralya tahmin ettiğim gibi sonuncu oldu. En başarılı oyuncu da Nato’ydu.

Oyun bittikten sonra kültür, gezi ve gurme sayfalarına geçildi. Nereye gidilsindi, yemek nerede yensindi. Çeşitli görüşler yer aldı gazete sayfamızda. En son Çiya’ya rezervasyon yaptırıp 1 saat Promete adlı kafeye gitme kararı alındı. Prometede gazetenin eğlence ve sağlık sayfası yapılıyordu. Önce Tabu oynamak için girişim başlatan bir kişi zamanın darlığı gerekçe gösterilerek reddedildi. Sonra Risk adlı Gizli Hedef’in yenisi oyun, Gizli Hedef ile mukayeseli olarak analiz edildi. Bu sırada gelen garsona 2 ayran, 3 elma çayı ve 1 kola siparişi verildi. 7. kişi oruçtu. Elma çayı isteyen üç cengaver elma çayı bekledikleri gibi demleme değil de sallama olunca ve doğal olarak tadı da beğenilmeyince, sıcak su ve şekerin sağlık için çok faydalı olduğuna dair bir köşe yazısı ile gazetenin sağlık köşesini hemen orada oluşturuverdiler. Ayranın da faydaları anlatılırken, kola içen ben yine sustum. Sigaranın, pasif içicilere olan zararları da her zaman olduğu gibi sayfalardaki yerini aldı.

Çiya’da iftar ise tam bir tüketici şikayetleri sayfasıydı. Önce elektronik aletlerin servislerinin saç baş yoldurtan uygulamalarına dair bir haber vardı gazetede. Garantinin aslında hiçbirşeyi garanti etmediğinden bahsediliyordu. Sonra Çiya’nın kötü servisi hakkında geniş bir yazı yayınlandı. Bardağın birinin dibindeki pislikten başladı şikayetler, ekmeğin soğuk ve bayat olmasıyla sürdü. Şikayet karlı bir dağdan aşağı yuvarlanan bir kartopu gibidir. Zaman geçtikçe çığa dönüşür. Çorbanın sıcak gelmediği iddia edildi. İftarın haber verilmemesi ise kartopunu büyüten başka bir şikayetti. Sonra yemeklerin iftar saatinden 15 dakika sonra bile hala gelmemiş olması, fındık lahmacunların ısıtılmış olması ve yeni gelen ekmeğin de soğuk ve bayat olması sonucu oluşan çığ bizim masanın laf sokmalarından bunalan garsonun üstüne düştü. Garson bir sorun mu var diye sorunca, sorusunun altında kaldı. Bağırmadan olmuyordu. Hemen ardından sıcak ve taze ekmek masadakli yerini almıştı. Gecikmeli de olsa yemekler yenip, üstüne bir de katmerler yendiğinde şikayetlerden geriye sadece küçük tortular kalmıştı. Tıpkı gazetede yazılanlar okunup bitirildiğinde akılda kalan tortular gibi.

Yemek sırasında gazetenin ek sayfası da hanımlar tarafından yazılıyordu. Kaynanalara geniş bir yer ayrılmıştı ek sayfalarında. Kimin annesi yılda kaç kere ziyarete gelmişti, kaç gün kalmıştı, buna mukabil kim annesini kaç kez ziyaret etmişti ve kaç gün kalmıştı. Karşılaştırmalı analizin hemen ardından küçük dedikodular, ufak tefek şikayetler yer buldu eklerde. “Ayy ben güllaç yaptım geçen çok güzel oldu” konulu bir köşe yazısının hemen ardından Bayram’da nereye gidileceği ve neler yapılacağı üzerine anket ile röportaj arası bir uzun yazı çıkmıştı.

Yemekten sonra Moda Parkı’na kadar yüründü, yol boyunca spor sayfasıydı yazılan. Galatasaray ilk yarıyı Kocaeli ile 1-1 berabere bitirmişti. ikinci yarıda Galatasaray gollerinin mesajları gelince telefonlara, yazılar daha da bir içerik kazandı. Baros’larla Kewell’larla şenlendi gazetenin spor sayfaları. Hemen köşe yazıları yazıldı. Galatasaray’ın kadrosunun bu sene çok kaliteli olması üzerine, Fenerbahçe’nin güç kaybı üzerine. Güçlü kalemler bir bir patlatıyordu, köşe yazılarını spor sayfalarında. Tartışma olmayınca, gazetede spor sayfalarına az yer ayrılmıştı.

Moda Parkı’na gelindiğinde, siyaset sayfaları nihayet gazetenin en orta sayfalarını kaplamıştı. Ergenekon’dan girildi konuya. Ulusalcı bir yazar Şener Eruygur'un hapishanede düşerek beyin kanaması geçirmesini şüpheli bulduğuna dair bir köşe yazısı kaleme aldı. Aydın Doğan’la Tayip Erdoğan’ın hangimiz daha doğanız tartışmasına geçildi. Amerika’da seçimler konuşuldu. Derin Amerika’dan bahsedildi. Sosyal Güvenlik Yasasının ülkemize neler getireceğine dair meselenin sosyal, ekonomik ve kültürel boyutlarını da kapsayan bir projeksiyon yapıldı. Dini siyasete alet edenler hakkında birkaç haber çıkmazsa olmazdı. Aşırı kârın İslam’a göre caiz olup olmadığı hakkında bir köşe yazısı da vardı. Son olarak yol ve trafik durumuna ilişkin haberlerle gazete sona erdi.

Gün, gazete tadındaydı. Başkalarının gündemini en yüzeysel şekliyle yaşamıştık. Ne yazık ki, özel gündemleri olmayan, kendi gündemlerini ortaya koyamayan bir topluluk oluvermiştik. Durumun vehameti de kimseyi yeteri kadar ilgilendirmiyordu. Çocukken hayat daha eğlenceliydi ve sanırım bunun nedeni çocuk olarak özel bir gündemimin olmasıydı. Kurbağaların tuvaletlerini nereye yaptıkları üzerine bir arkadaşımla saatlerce konuşabilmiştim o günlerde. Ama bugün dayatılmamış hiçbirşey hakkında özel bir konuşma gerçekleştiremiyorum. Kimse içini dökmüyor eskisi kadar belki. Ya da bize özgü olduğunu düşündüğümüz herşey törpülenip yok ediliyordur kimbilir.

Gazete tadındaki günleri güzel günlerden kabul ettiğimiz müddetçe sanıyorum ki; bırakın öykü tadında, türkü tadında, hele hele şiir tadında günleri, dergi tadında günleri bile asla yaşayamayacağız. Hiçbirşeyin derinlerine inmeyecek, hiçbirşeyle gerçekten ilgileniyor olmayacağız. Ruhumuz yavaş yavaş körelecek ve dedem gibi bizler de televizyonda haberleri izlemezsek kendimizi eksik sayacağız.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder