16 Eylül 2008 Salı

Bir İşyeri Hikayesi : Toygar işe gitmek istemiyor.

Gecenin bir yarısı Berkant Efendi eve geldiğinde, gözümden uyku akıyordu. Son bir gayretle Berkant Efendi’yi yattığım yerden gözlerimle selamlamayı düşünüyordum ki, “kalk kalk” dedi, “Ankara’dan alacağın varmış, onu getirdim”. “Tamam, tamam” dedim, “Ben alacağımı aldım” ama nafile. Zorla beni kaldırıp sıkı sıkı sarıldı. Üzerine düşeni yapmış olmanın huzuru ve beni ayağa kaldırabilmiş olmanın mutluluğuyla sırıtarak, yanıma oturdu. Evet tek başına yayıldığım kanapeyi kaçınılmaz olarak Berkant efendi ile paylaşmak durumunda kalmıştım. Kanapede bir dönem iktidar savaşları yaşandıysa da, barış çabucak sağlandı. Çünkü barış için enerji harcanmıyordu. Hiçbirşey yapmadığında otomatik olarak herkes kaderine razı olmuş oluyor, dolayısıyla da barış sağlanıyordu. Ama o gece en son enerjimi Berkant Efendi’nin saat 02.00’nin gecenin bir yarısı olmadığına ilişkin teorisini dinlemeye harcamıştım. Gece 24.00 – 06.00 saatleri arasında yaşanan zaman diliminin adıymış, dolayısıyla gecenin bir yarısı ancak 03.00 oluyormuş, çünkü gecenin iki eşit yarısı olması gerekiyormuş, biri 02.00 ise diğer eşit yarı neredeymiş…

Yatağıma gidip uyuduğumda saat 03.00 idi. Sabah 06.45’te kalkması gereken birisi için erken bir saat değildi. Doğal olarak cep telefonu 06.45’te çalmaya başladığında, telefona tamam ben uyandım ama biraz daha vaktim var o süreyi de yatakta dinlenerek geçirmek istiyorum diyip alarmını kapatırken, 10 dakika sonra kalkmayı umuyordum yataktan. Gözümü tekrar açtığımda saatin 09.30 olduğunu gördüm.

O an hiç de fena olmayan bir fikir geldi aklıma. Neden geç kaldığıma dair bir yalan uyduracağıma, neden işe gidemediğime dair bir yalan uydurursam, işe hiç gitmezdim. Yalan da yine aynı yalandı. Hemen Berkant efendi’yi uyandırıp kendisinden işe gitmemek için güzel bir yalan uydurmasını istedim. Aramızda şöyle bir dialog geçti Berkant Efendi’yle :

- Ya, işe gitmesem ben bugün. Bir yalan uydursam, ne güzel olur
- Süper olur.
- Süper olur da, sağlam bir bahane bulmak lazım.
- Elektrik sayacını sökmüşler, onunla uğraşıyorsun.
- Bütün gün mü sürer o ya, Yap gel derler adama.
- Memlekete gittin. Acil bir iş çıktı.
- Dün akşam belli değildi bu iş, birden bire mi çıktı eiy ?
- Çıkamaz mı ?
- Valla biri ölmediyse çıkamaz ve ben birilerinin ölümünü bu işe alet etmek istemiyorum. Bir arkadaşım geldi dün gece. Hastaneye gitmesi gerekiyormuş. İstanbul’u filan da pek iyi bilmezmiş. O yüzden ona refakat etmem gerekiyormuş.
- Şimdiye kadar en iyisi bu ama, hastanede işler bu kadar uzun mu sürüyormuş ?
- Sürer oğlum ne var bunda ? Yok tahlil, yok röntgen uğraşır durursun.
- İyiymiş. Bu arada sence ben dün buraya çıkarken, arabanın camlarını kapatmış mıyımdır ?
- Kapatmışsınıdr.
- Peki kapatmadıysam nolur ?
- Araban çalınır.
- Yok oğlum arabam ne çalınacak içindekiler çalınır.
- Ne vardı ki içinde ?
- Ya bir sürü poşet içinde kimliği tespit edilememiş bir sürü ıvır zıvır.
- Valla bişey olacağını sanmıyorum.
- Ehh ben yine de bir ineyim hem eşyalarımı çıkarayım, hem de bir bakayım bir şey olmuş mu ?
- İyi tamam.

Berkant Efendi aşağı inerken ben de telefona sarıldım ve çok sevgili şefimi aradım. Şefim etliye sütlüye bulaşmayan, son derece etkisiz, sakin bir adamdı. 20 yıla yakın zamandır aynı işi yapıyordu. Tam bir kanaatkarlık abidesiydi. Kendisinden biraz daha aktif bir performans bekleyen Genel Müdür Yardımcısı tarafından zaman zaman eleştirilirdi. Eleştirildiğinde büsbütün pasifleşen canım şefim, kanaatkar insan bu kısır döngüyü farkedip de bozamıyordu. Pasif olduğunda eleştiriliyor, eleştirildiğinde daha pasif oluyordu.

- Alo Ahmet Bey,
- Ooo Toygar neredesin ?
- Ya abi bir arkadaşımı hastaneye götürmem gerekiyor da ben bugün gelmeyeceğim, Burcu Hanım’a söyler misin ?
- Toygar bence sen Burcu Hanım’ı ara söyle. Geç gelsen sorun değil de, hiç gelmeyeceksen bence Burcu Hanım’a söylemelisin.
- Öyle mi diyorsun abi ? Geldi mi Burcu Hanım ?
- Yok var mı cep telefonu sende Burcu Hanım’ın
- Yok. Ver de arayayım bari
- 555 5678
- Bu nasıl telefon numarası abi ? Amerikan filmi mi bu ?
- Pardon ya 0 532 213 4578
- Sağol abi.
- Sen sağol. Geçmiş olsun.

Tabii benim hesaplarımda bu yoktu. Ben şefim Ahmet Demir ile bu işi halledebileceğimi düşünmüştüm. İş Genel Müdür Yardımcısı Burcu Hanım’a kadar gittiyse, mazeretin daha detaylı düşünülmesi gerekiyordu. Ama Ahmet Demir’e söylediğim genel çerçevenin dışına da taşmamalıydı. Düşündükçe, keşke işe gitseymişim ya, bundan kolaydı düşüncesi beynime hakim olurken, diğer taraftan da bir özeleştiri gündeme geliyordu. Hergün binlerce insanın işe gitmemek için geçerli nedenleri olurken nasıl bunlardan esinlenilerek uygun bir yalan uydurulamazdı ki. Bu nasıl kabız bir beyindi ki.

Berkant Efendi de aşağıdan gelmişti. Hala bahane düşünüyordu işe gitmemek için. Gelir gelmez dedi ki, “bir arkadaşına araba çarptı, çocuk yaralandı, hem seni şahit yazdılar, hem de senin hastanede arkadaşına yardımcı olman gerekiyordu.” Organize işlerdi bunlar, içimize işlerdi bunlar.

Hemen olayın çığrından çıkmak üzere olduğunu anladım ve olayı Burcu Hanım ile bir tür danışıklı dövüşe getirmeye karar verdim. Çünkü Burcu Hanım zeki ve hafızası kuvvetli bir kadındı. Böyle organize bir yalan uydurursanız ve onu iyiden iyiye kandırmaya çalışırsanız, muhtemelen kendisini salak yerine koymanıza izin vermemek için sorular soracak, bu sorulara hikayede boşluk bırakmayacak kadar iyi cevap verebilmek için de iyi bir hikayeniz olması gerekecektir. Elimde böyle sağlam bir hikaye yoktu. Olsaydı da çaprazlamasına iyi sorulan birkaç zekice soru herşeyi ortaya çıkarırdı. Oysa muğlak bir hikayede Burcu Hanım’ın ruh hali agresifse, yani olayı aydınlatmaya yönelik sert sorular sormaya başlaması halinde hemen salağa yatarak, “Haklısınız Burcu hanım, ben bunu hiç düşünememiştim. Ben dediğiniz gibi işlerimi en kısa sürede halledip hemen işe geleceğim. Yardımlarınız için çok teşekkür ederim.” diyebilirdim. Burcu Hanım’da geçici oyuncak zaferinin verdiği rehavetle daha fazla üstüme gelmezdi.

Bu, en kötü senaryoydu ve benim asıl düşündüğüm başkaydı. Böyle basmakalıp bir yalan uydurduğumda, Burcu Hanım yalan söylediğimi derhal anlayacaktı ve yalanla uğraşacağına, bana kafadan izin verip vermemenin hesaplarını yapacaktı. O zaman ya diyecekti ki, “ama Toygar bugün çok önemli işlerimiz var. Hemen halledip gel.” ya da “Tamam Toygar. Sen bugün gelme.” İşte bu iki ihtimal arasında da sen gelme Toygar demesine daha yüksek ihtimal veriyordum. Zira bir gün için elemanı ile zıtlaşmak işine gelmezdi Burcu Hanım’ın. Ayrıca bir gün için mücadele etmesi, elemanına alt metin olarak sen vazgeçilmezsin mesajı verirdi ki Burcu Hanım, bu mesajı vermeyi hiç istemezdi.

Tüm bu olasılıkları, etkenleri titizlikle değerlendirdikten sonra Burcu Hanım’ın önüne yalan olduğu besbelli bir hikaye atıp dikkatleri yalanın kendsiinden uzaklaştırıp, Burcu Hanım ile aramdaki amir memur ilişkisine çekmeye karar verdim. Belli ki bugün işe gitmek istemiyordum. 4 senede ilk defa böyle bir şey söylüyordum. Burcu Hanım da kasmasındı, yesindi bu yalanı. Aradım kendisini ve şefime söylediğimin aynısını ona da tekrarladım. Burcu Hanım yaklaşık 2 saniye durakladı ve tamam sen bugün gelme dedi. Burcu Hanım, o 2 saniyede tüm bu benim düşündüklerimin benzerlerini düşünüp, benimle aynı çıkarımı yapmıştı. Kasmamıştı. İşte buydu ve tatil başlasındı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder