2 Haziran 2008 Pazartesi

Tren yolunda raylar uzar

Bu hafta sonu Ankara’daydım. Üniversite yıllarımın geçtiği sevdiğim şehir Ankara. Cebeci’nin yukarı taraflarında bir park vardı. Tüm Ankara gecekondularını ve Ankara Kalesi’ni çok güzel gören bir parktı. Bizim eve de çok yakındı ama dik bir yokuşla tırmanılırdı. Pek fazla gitmezdim. Ama gittiğimde o tepeleri tümüyle saran gecekondular, benim hiç görmediğim, gitmediğim başka bir şehir daha olduğunu hatırlatırdı bana hep. Bu defa da o parka gitmek istemiştim. Zamansızlıktan gidemedim. Ankara Kalesi’ne gitmek istedim. Yine gidemedim. Gaziosmanpaşa – Çankaya - Esat üçlüsünden dışarı çıkamadım. Kızılay’ı bile görmedim.

İlginç olan şu ki, İstanbul’da geçen üçbuçuk yıldan sonra Ankara bana fena halde sevimsiz gelmişti. Oysa ben severdim bu şehri. Üniversite sınavlarına gireceğim zaman, İstanbul’dan korkmuş ve tercihlerimin büyük çoğunluğunu Ankara’ya yapmıştım. İstanbul’a göre daha ucuzdu, daha basit bir şehirdi, daha belasızdı ve Kayseri’den sonra çok daha sosyaldi. Ama şimdi ben de Ankara’nın sadece İstanbul’a dönüşünü sevmeye başlamıştım.

Giderken de dönerken de tren ile seyahat ettim. Uzun zamandır uzun yolculuklar yapmadığımı farkettim. Uzak yerlere hep uçak ile gidiyormuşum. Hem güzeldi, hem de sıkıcıydı. Özellikle giderken kuzenle gittiğimizden, gece olduğundan, rakı içtiğimizden daha bir güzeldi. Dönüş ise gündüzdü ve tek başımaydım. Biraz kitap okudum. Hep müzik dinledim. Ama sıkıldım. Dışarı baktım. Çoğu yer sapsarıydı. Köylerin kenarından geçerken trenimizi gören tüm çocuklar el sallıyordu. O zaman farkettim ki, gerçekten “Tren yolunda raylar uzar/Uzar da nereye gider/ Ay'a gider, suya gider ,yola gider, yar gider”di.* Trenlerin ve yollarının garip bir etkisi vardı.
7-8 yaşlarındayken trenle Kayseri’den Kars’a yataklı vagonda gitmiştik. 24 saat sürmüştü yol. Ama özellikle Erzincan sonrası düzgün yol kadar da tünel vardı. Giriyorduk çıkıyorduk. Giriyorduk, çıkıyorduk. En uzun tünelin hangisi olduğunu anlamak için içimden sayardım tünele girdiğimizde. Sanki o günlerden kalma bir tren etkisi vardı üzerimde. Gidilemeyen yerlere götürür, geçilemeyen geçitlerden geçerdi tren. Kenarından tren yolu geçen köylerin çcoukları daha bir sevinirdi. Daha bir hevesle sallarlardı ellerini trene. Ben de onlara sallardım o yaşlardayken. Bu defasında ise yalnızca ifadesiz ifadesiz baktım.

Sanırım kaçınılmaz bir değişim içinde olmanın farkındalığını yaşadım. Artık ne 7-8 yaşındaydım, ne de 19-20. Tam 31 yaşındaydım ve bu yolculukta bunu bir kez daha hissettim. “Benim de başıma bu gelenler adamı kanser eder”* pozisyonundan çok şükür halen uzaktayım.

* Ahmet Kaya'nın "Derin bir ah çektim" şarkısının sözleridir.

2 yorum:

  1. gitseniz bile girebilir miydiniz o parka bilemiyorum.

    önce, geçen sonbaharda bir yangın çıktı o parkta.
    sonra, büyükşehir belediyesi tadilata başladı, bitti mi bilmiyorum.

    YanıtlaSil
  2. Hadi ya, üzüldüm bak şimdi. İçinde böyle Atatürk evi kılıklı bir ev vardı.

    YanıtlaSil