2 Haziran 2008 Pazartesi

Hikayede "ben", Romanda "o" İşte Yusuf Atılgan

Ankara dönüşünde Yusuf Atılgan’ın öykülerini okudum. Daha önce de okumuştum. Ama bu defa çok farklı bir şey dikkatimi çekti. Aylak Adam’da ve Anayurt Oteli’nde 1. tekil şahıs ağzından anlatılmıyordu hikaye. Herkes “o” idi yani. Zebercet “o”, B “o”, C “o”, Güler “o”. Hatta Aylak Adam’da bir de yazar olarak yazdığı bölümler vardı. Mesela Güler B’ye yazdığı mektupta C’nin kendisine sinemada sımsıkı sarıldığını yazmış fakat aslında bu olmamıştı. Yazar da devreye girip Güler’in dediklerine artık güvenemeyiz gibi bir müdahalede bulunmuştu. Yani herkese yabancı, herkese yukarıdan bakan benim tanrı yazar olarak adlandırdığım herkesi gören, herşeyi duyan ama karakterlerin kendisinin farkında olmadığı bir üslupla yazmıştı romanlarını Yusuf Atılgan.

Öykülerini ise bir öyküde evde kalmış kızın ağzından, bir öyküde beyaz bir tavuğun ağzından, bir öyküde ağanın kızına aşık olmuş öksüz Osman’ın ağzından anlatıyordu. Tavukla bile empati kuran, ona yabancılaşmayan Yusuf Atılgan romanlarını niye böyle yazmamıştı ? Ya da hikayelerini neden 1. tekil şahıs olarak yazıyordu ?

İşin ilginç tarafı, karakterlerine yabancılaşarak yazdığında da, karakterleri ile empati kurarak yazdığında da yabancılaşma temasını çok fazla işlemesidir. Örneğin kümesinden kaçıp daha iyi horozlarla tanışacağı umudunu taşıyan bir tavuğun ağzından yazdığı hikayede tavuk kümesine yabancıdır. Ya da ağanın kızına aşık olan gariban Osman çok yalnızdır köyde. Hor görülür, çocukların aşağılamalarına maruz kalır. Annesine bile yabancıdır. Ha keza evde kalmış kız da öyledir. Aylak Adam’ın C’si ile Anayurt Oteli’nin Zebercet’in yabancılıklarında bahsetmeye gerek bile duymuyorum.

Sonuçta üsluptaki bu fark, içeriği pek fazla değiştirmiyor. O halde, romanlarını karakterlerine yabancılaşarak yazan adam neden öykülerini tam tersine onlarla empati kurarak yazardı ki ? Nedenini halen düşünüyorum. Makul bir neden bulursam yazarım

Bu arada Yusuf Atılgan’da benim gibi bir 27 Haziran günü doğmuş. İçli bir yengeç oluvermiş. Çağdaş olduğu yazarların aksine şehri de köyü de köyden anlatmış. 30 yıl Manisa’nın Hacırahmanlı köyünde çiftçilik yapmış. Köydeki arkadaşları pek konuşmazdı ama çok iyi bir insandı demişler arkasından. 30 sene köyde yaşadıktan sonra 1976’da tam 55 yaşındayken tekrar İstanbul’a dönmüş. Danışmanlık, çevirmenlik redaktörlük gibi işler yapmış. 1989’da şehirde yazmış olacağı ilk, tek ve son romanı Canistan’ı tamamlayamadan ölmüş. Şehirdeki arkadaşları ölümünden sonra Yusuf Atılgan’a Armağan adıyla bir kitap yayınlamışlar. Her yönüyle sıradışı yazarlarından biridir Türk Edebiyatının.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder