16 Şubat 2009 Pazartesi

Toygar’ın Düşsel Tobleronu

Evinde bulduğu o kocaman Toblerone çikolatasını düşünüyordu Toygar. Dişlerine yapışan nugat denen o abuk kısmı yüzünden hiç sevmezdi bu çikolataları. Bok var gibi abur cubur niyetine bunu buldu evde işte, aslanlar gibi fıstıklı Alpella Rio varken ne tür bir salak eve bunu alırdı ki! Toygar bunu alanın kendisi olmadığına emindi ve eve giren çıkanlardan hangisinin bunu almış olabileceğini kendi kendine soruşturmaya başladı. Bir kere gösterişi seven biri olmalıydı, çünkü toblerone cetvel ebatlarındaki manyak üçgen prizması kutusuyla ev ahalisine “hey dostlarım ben burdayım” mesajını verme kapasitesi bakımından piyasanın en kendini beğenmiş abur cuburuydu. Ayrıca 80’li yıllarda piyasada olmayan bir ürün olduğundan, Toygar’a o yılların köhneliğinden ziyade 90’ların lüksünü hatırlatıyordu. İnsanlar 90’lı yıllarda Commodore 64’leri çöpe atıp pc aldıkları gibi, Nestle Damak’lardan da vazgeçip Toblerone’lara sarılmışlardı. Dişlerine yapışıp durmasaydı, belki Toygar da Commodore 64’ten kolayca vazgeçip pclerle oynadığı gibi Nestle Damak’tan da vazgeçip Toblerone tüketmeye başlayabilirdi. Ama Toblerone Toygar için sadece aptal bir özentinin çağrışımı olmaktan öteye gidemiyordu. Yurtdışından gelenler de iyi bir bokmuş gibi Toblerone getirirlerdi hediye niyetine Toygar’a.

2000’li yıllarsa, Türkiye’de Ülker fırtınasının hissedildiği yıllardı. Çikolatada Nestle’yi de, pazara sonradan girmiş Milka’yı da perişan etmişti Ülker. Alpella Rio fıstıklı ise Toygar için artık bir zirveydi. Tüm bu düşüncelerine rağmen Toygar on dakikadır kendi kendine bok attığı Toblerone’un üçgen prizmalarından bir tanesini daha ağzına attı. Çaresizlik içindeydi, evde başka abur cubur kalmamıştı. Dışarıya çıkıp Alpella Rio fıstıklı almak ise Toygar için anayasanın ilk dört maddesini değiştirmeye kalkmaktan bile daha kabul edilemezdi.

Tam o sırada bulutların arasından müthiş çalımlarla Messi gibi çıkan güneşin sert şutu perdenin uzanamadığı köşeden içeriye giriyor ve Toblerone kutusunda son buluyordu. Toygar işte tam o sırada Toblerone kutusunun saydam bir cam olduğunu hayal etti. Eğer uyduruk fizik bilgisi kendisini yanıltmıyorsa, o toblerone saydam olsa ışığı kıracak ve oda gökkuşağının renkleriyle dolacaktı.

O an Toygar dışsal olaylara karşı camdan bir prizma gibi reaksiyon gösterdiğini düşündü. Bir dış hadise tüm tekdüzeliği ve sıkıcılığıyla Toygar’ın düşsel tobleronuna çarpıp rengarenk bir hal alıp beyninin bilumum noktalarını uyarıyor ve fakat yine de Toygar’ın bu olaya ilişkin olarak dışa verdiği tepki tıpkı dışsal olayın tekdüzeliğinde ve sıkıcılığında oluyordu.

Mesela Toygar’ın UFO ile ilişkisi buna bir örnektir.

Üçyüzelli YTL gelen doğalgaz faturası Toygar’ın dargelirli bütçesinde bir gedik açınca, Toygar da o gedikten oluşan girdaba kapılmamak için kombiyi derhal kapattı. Bir süre sonra üşüdü, bir kazak giydi, bir süre sonra yine üşüdü, bir kazak daha giydi, bir süre sonra yine üşüdü, battaniyenin altına girdi. Hareket kabiliyeti kalmayınca, futbolcuları düşündü Toygar. Eksi yirmi derecede bile şort ve forma ile üşümüyorlardı ya. “Hep hareket, hep bereket” diye yeni sloganını haykırarak battaniyelerin içinden bir ok gibi fırladı Toygar. Üşümesinin sebebi de sonucu da hareketsizliktiyse eğer o da hareket ederdi yani. Hem böylece yorulunca, üşümesinin sebebi ve sonucu olan hareketsizliğe Toygar kolayca razı olabilirdi.

Teoride zehir gibi, pratikte ise sallanmakta olan bu plan yürümedi. Toygar’ın canı sıkılıyordu, hem de yorgundu. Habitatına yani bilgisayar masasına oturup film filan izlemek istiyordu. Fakat buzul çağında nesli tükenen dinozorlar korkutuyordu onu. Habitat’ın hava sıcaklığını da içerdiğini kabul etmesi uzun sürmedi. Habitatını yeniden sağlaması için hava sıcaklığını da makul hale getirmesi gerekiyordu.

İşyerindekilere acıklı durumunu anlatınca, UFO tavsiye edildi Toygar’a. Çok az elektrik yakıyor ve bayağı iyi ısıtıyor dediler, en fazla elli YTL farkettirdi bizim elektrik faturasını dediler, sabah evde kimse de yok UFO senin için en ideal şey dediler. Toygar birkaç gün düşündü. Fakat yürüdüğü yollar, gezdiği yerler hep UFO taşıyan adamlarla doluydu. Bu kadar insan yanılıyor olamaz diyerek Toygar söz dinledi, gitti aldı bir UFO infrared technology: “Güneş gibi, havayı değil içinizi ısıtır.”

Bu reklamı duyduğuda da bir şey anlamamıştı Toygar, “ne yani havayı güneş ısıtmıyorsa, kim ısıtıyor” sorusunu sormuştu kendi kendine. Kızıl ötesi ışınların teknolojisinden de Toygar anlamasa da olurdu. O an için zaten Toygar’ın daha öncelikli bir sorunu vardı: o salak ayağa bu UFO nasıl monte edilecekti? Toygar parçalara baktı, alete baktı, broşüre baktı, sonuç çıkaramadı. Ufo’nun telleri hassasmış, düşürmemek lazımmış uyarısını falan da düşününce, meseleyi becerikli bir arkadaşına havale etmeyi uygun buldu.

Ertesi gün UFO’nun montajı bu becerikli arkadaş sayesinde tamamlanmıştı. UFO devreye girince, oda cidden iyi ısınmıştı. Toygar bilgisayar masasının hemen yanına konuşlandırdı UFO’yu. Ne de olsa evdeki zamanının önemli bir kısmı orada film, dizi, maç filan izleyerek geçiyordu. Toygar otuz yıldır yaşamadığı sobalı ev gerçeğini de böylece yaşamış oldu. UFO’nun olduğu odayla diğer odalar arasındaki ısı farkı yüzünden banyoya mutfağa daha bir soğuk bakar olmuştu Toygar. Yattığı odaya ise sadece yatarken geliyordu artık ve yorgan ısınana kadar bir on dakika, başı da yorganın altında cenin pozisyonunda kalıyordu. Verdiği sıcak nefesle ısınıyor olmanın verdiği o kendi kendine yeterlilik duygusuyla, o masturbatif tatmin duygusuyla önce kafasını dışarı çıkarıyor, sonra da yavaş yavaş ayaklarını uzatarak yorgan altının hizmet gitmemiş uç bölgelerini ısıtıyordu. Sabah uyandığında, sıcacık yatağını yorganın dışına taşmış kolu vasıtasıyla iyice bir hisseediyor ve bu şahane konumunu bozmamak için ne gerekiyorsa yapacağını düşünüyordu. Fakat her sabah bu hissi yaşadığından bu hissin de çaresini bulmuştu Toygar. Kendisini her sabah uyandıran cep telefonunu odanın mümkün mertebe yatağa en uzak noktasına koyuyor ve kendisini bir seçime zorluyordu. Ya telefonun o rezil sesini dinleyecekti, ya da kalkıp telefonu susturacaktı. Telefona tahammül süresini her geçen gün artırsa da Toygar takriben 15 dakika içerisinde kendisini telefonu sustururken buluyordu. Sonrasında koşa koşa Ufo’nun bulunduğu odaya kendini atıyor, derhal UFO’yu açıyor ve karşısında derisini yakarcasına kemiklerini ısıtıyordu. Sonra bilgisayarın başına oturuyor ve işe gideceği zamana kadar spider solitaire oynuyordu. Her defasında işe zamanında gitmek için gereken saati geçiriyor aceleyle evden çıkarken de spider solitaire oynamaktan duyduğu pişmanlıkla acele acele iskeleye yetişmeye çabalıyordu. Bazen de iskeleye yetişemeyeceğine kanaat getirip bir sonraki vapura binmek üzere Toygar biraz daha oyalanıyor, fakat diğer vapura da son dakikada yetişiyordu.

Akşamları eve geldiğinde ise UFO’nun yanıbaşındaki bilgisayarın başına kuruluyor, ne iyi ettim de aldım şu UFO’yu diye kendisinden gururlanıyordu. Tabii abi, boru mu infrared technology diye düşüncelere dalıyor, güneş gibi abi, havayı değil içimi ısıtıyor diyordu.

Gel zaman git zaman derken Toygar yine bir gece UFO’nun güneş gibiliğini düşünürken, aklına güneş gibi olan başka bir alet daha geldi: Solaryum. O an, işte tam o an gökten karanlık geceyi yararak gelen bembeyaz bir ışık seli Toygar’ın alnındaki düşsel tobleronda rengarenk kırılarak kafasına doluştu: “Hacı şimdi ben bunun altına çırılçıplak yatsam bronzlaşır mıyım?”

Bu nadide fikirdeki renk cümbüşünü izledi Toygar, soyunup altına yatsam mı diye uzun uzun düşündü. Önce soyunmaya üşendi, sonra bronzlaşacaksın da nolacak lan dedi kendi kendine ve en nihayetinde çok yanar da her tarafıma yoğurt sürmek zorunda kalırsam nolacak diye vazgeçti. O güzelim ışık selinin alnındaki toblerondan kırılarak kafasının içine doluşturduğu gök kuşağını ziyan etmenin verdiği acıyı teselli etmek için önündeki deftere şu dizeleri yazdı:

“Infrared technolgy bu, ya yayıyorsa radyasyon,
Korunacak kıyafetim de yok ki, olsa bile imitasyon
Hele bir de çırılçıplak ölürsem, radyoaktiviteden,
UFO’nun kırmızı ışığı da çok pis dekor olur CSI New York’a”

7 yorum:

  1. solaryum kısmı beni benden aldı :) bu arada toygar, orçun kunek'i geçmiş şairlikte :)

    YanıtlaSil
  2. ben faturayı merak ediyorum!

    YanıtlaSil
  3. Faturayı Toygar da merak ediyor :)

    Orçun Kunek de kimmiş :)

    YanıtlaSil
  4. o elektrik faturası geldiğinde kaç lira olduğunu da yazarak biz okurlarınızı yönlendirirsiniz umarım..bi de "kol gibi" tabir ettiğimiz cinsten olmaz umarım :)

    YanıtlaSil
  5. http://sezyumcom.blogspot.com/2009/02/toygar-yardray-prens.html

    hahhaha

    YanıtlaSil
  6. Yalnız Toygar da baba adammış ustaaaaaa. Çaprazdan nasıl kurtuldu ama :p

    YanıtlaSil
  7. Ya unutmadan söyleyeyim, fatura 170 yetâle gelmiş Toygar'a.

    YanıtlaSil