24 Kasım 2008 Pazartesi

Berkant ile Işılsu Edirne yollarında

Evde yapılmış bir Pazar brunchının ardından sigaralar yakılmış, kanapeler paylaşılmıştı ve ekşi ekişi oturuyordu Toygar, Berkant ile Işılsu. Toygar televizyona aptal aptal bakarken, Işılsu gazete, Berkant kitap okuyordu. Işılsu gazetelerden sıkılmışa benziyordu. “Berkant sen ne okuyorsun öyle ?” diye sordu birden.

Berkant :İstanbul’un tarihi yerlerini falan anlatan bir kitap okuyorum Işılsu. İşte mimari binalar, hergün önünden geçtiğimiz camilerin tarihi falan. Murat Belge yazmış.
I: Hımm. Çok sıkıcı Berkant neden okuyorsun ki bunları ?
B: Ben mimarım Işılsu unuttun mu ?
I: Unutmadım da sanat tarihi derslerinden nefret etmez miydin sen Berkant ?
B: O başka, bu başka. Sanat tarihi dersinin sınavı nasıl oluyordu sen biliyor musun ? Çıplak bir adamın heykeli ile bir katedral slaytını yanyana koyuyorlardı ve bunları karşılaştırın diyorlardı. Biri bir heykel diğeri ise bir katedral yazarsan da inan bana dersi geçemiyordun.
I: Niye yanlış mı ki bu bilgi ?
B: Doğru da, antropoloji dersinde de siyah adam ile beyaz adamı karşılaştırın dediklerinde siyah adam güneşte fazla kalmış yazarsan bu bilgi de sanırım yanlış olmaz ama dersi geçemezsin sevdiceğim.
I: Hayat ne tuhaf, vapurlar falan.
B: Yaa tuhaf gerçekten.
I: Eee peki bu sıkıcı kitabı neden okuyorsun ? Sırf mimarsın diye mesela Çin’e gitsen Çin mimarisi ile ilgili kitap mı okuman gerekiyor senin ?
B: Yooo, işim yok ya bu aralar yapacak daha iyi bir şey bulamadım.
I: Berkant ben yanındayken yapacak daha iyi bir iş bulamadın diye bu kitabı mı okuyorsun sen ?
B: E ama Işılsu sen de Ermenilerle ilgili bir roman okuyorsun ben yanındayken.
Toygar: Hahahahaha
I: İyi de bu bir roman. Hikayesi var sürükleyici falan yani. Aklın hikayede kalıyor.
B: Işılsu ben senin yanındayken aklın başka hikayelerde mi kalıyor senin ?
T: Hahahahaha
I: Berkant hadi ikimiz de bırakalım kitapları hemen dışarı çıkalım.
T: Yapmayın ya, çok eğleniyordum.
B: Soytarı oluyoruz ya bu öküze neyse hadi gidelim Işılsu.

Berkant ile Işılsu evden bu şekilde çıktılar. Toygar’a hadi sen de gel dedilerse de, Toygar bu pinpon maçının sonucunu çok merak etmiyordu, sadece pinpon maçını izlemeyi seviyordu. Ama işte yan etkiler yok muydu. Maçı izlemekten boynu, gülmekten de karnı ağrımaya başlamıştı. Berkant Toygar’ı evden çıkmadan önce son bir kez daha davet etti.

B: Toygar sen de gelsene.
T: Nereye gidiyorsunuz ?
B: Hacı aklımızın estiği yere gidiyoruz. Arabayla çıkıyoruz, gördüğümüz herhangi bir yol, bir tabela, bir şarkı bizim yolumuzu bulduruyor.
T: Mesela yolda Papaz’ın çayırı diye bir tabela görseniz papazı bulmadan bırakmıyor musunuz Berkant ?
B: Hee illa o papazı buluyoruz.
T: Ben almayayım be Berkant. Yok papazı değil çayırı buluyoruz desen belki gelirdim.
B: Lan hem papazı hem çayırı buluyoruz.
T: Neyse Berkant bırakın beni, siz kaçın kurtarın kendinizi.
I: Huysuzsun Toygar. Nolur gelsen.
T: Işılsu ben düşmanı oyalarım hadi siz kaçın.
I: Huysuuuuuuuuuuuuuuuuuz.
T: Düşmana yerimizi belli ediyorsun Işılsu, sessiz ol.
I: Offf, hadi Berkant gidelim. Görüşürüz Toygar.
T: İyi eğlenceler size.

Toygar dizilerini seyretmeye hazırlanırken, Berkant ile Işılsu da arabalrına binip yola koyulmuşlardı. Altunizade’den E5’e çıkarlarken gördükleri tabela yönlerini belirlemişti : Edirne. Ankara’ya gidecek halleri yoktu ya, zaten oradan gelmişlerdi. Edirne’ye doğru sürdüler ve yol boyunca Rafet El Roman aksanıyla şarkı söylediler: Bak ne diyorum, gizlemiyorum, sensiz yaşamak zor geliyor bana, Her an içimdesi, her an kalbimdesin seni seviyorum, seviyorum.

Edirne’ye geldiklerinde, önce bir şehir turunun ardından Selimiye camisini ziyarete gittiler. Gezdiler, gezdiler, gezdiler…

I: Berkant ne kadar güzel bir cami değil mi ?
B: Evet Işılsu gerçekten çok güzel.
I: Ne kadar büyük Berkant…
B: Büyük gerçekten.

Sonra çıktılar camiden, Edirne’nin çarşısını gezdiler, orada tarihi bir han buldular.

I: Berkant burada kalalım mı ?
B: Sen istiyorsan kalalım Işılsu.
I: Tamam hadi bir odaları gezelim. Beğenirsek, fiyatına falan da bakarız.

Odaları gezdiler, dolaştılar. Alçak kapılardan geçtiler, taş odalar gördüler, beğendiler. Resepsiyona gittiler oda fiyatlarını sordular.

I: Pardon bakar mısınız ?
Resepsiyonist: Buyrun, nasıl yardımcı olabilirim size ?
I:Biz bir gece iki kişi konaklama fiyatları hakkında bilgi alabilir miyiz acaba ?
R: Tabii. Nasıl bir oda arzu ederdiniz, suit filan mı yoksa standart odalarımızdan mı ?
I: Standart odalarda bir gece konaklamak ne kadar acaba ?
R: İki kişi kahvaltı dahil, 100 EUR.
I: Hilton’a mı geldik biz Berkant ?
B: Hahahaha
R: Efendim hanfendi ?
I: 60 EUR olmaz mı ?
R: Mümkün değil hanfendi.
I: En son kaça olur ?
R: Pazarlık yapmak müessesemizin tasvip etmediği bir durumdur aslında ama sizin için 90 EUR olur.
I: Pazarlık yapmayı müesseseniz tasvip etmiyorsa, neden pazarlık yapıyorsunuz benimle ?
R: Müşteri memnuniyeti en temel ilkemizdir hanfendi
I: 70 EUR’dan bir kuruş fazla vermem.
R: Olmaz hanfendi, yapamayız.
I: Niye yapamıyormuşsunuz ?
R: Müessese kültürümüz buna müsaade etmez efendim.
I: Müşteri memnuniyetine noldu ?
R: Siz henüz müşterimiz değilsiniz hanfendi ?
I: Çok sinirbozucu birşeysin sen yaa
R: Efendim ?
B: Hahahaha
I: Yok bir şey, İyi günler size. Gel Berkant ben kalmaktan vazgeçtim.
B: Işılsu istiyorsan kalırdık ya.
I: Yok Berkant ben bunların müessese kültürlerini sevmedim. Kim seviyorsa onlar kalsın.
B: Ehh peki acıktın mı ?
I: Evet. Çarşıda güzel bir kebapçı görmüştük hatırladın mı ?
B: Evet hadi oraya gidelim, bir güzel karnımızı doyuralım sonra eve gideriz.

Kebapçıya gittiler, bir güzel karınlarını doyurdular ve arabalarına atalyıp İstanbul’a döndüler. Saat gece yarısını biraz geçmişti ki, eve geldiler. Toygar o sırada Fenerbahçe kazandığı için keyifle tüm futbol programlarını izliyordu. Eee Fenerbahçe’nin büyüklüğü sadece kupaların, şampiyonlukların büyüklüğü değildi.

T: Nereye gittiniz siz ?
I: Söylemeyelim buna Berkant, bu huysuz bizle alay eder durur söylersek.
B: Hem meraktan çatlasın salak.
T: Ya ne alay edeceğim, en fazla iyi ki gelmemişim derim.
I: Edirne’ye gittik.
T: Ohh beee iyi ki sizle gitmemişim.
I: Ama çok güzeldi. Edirne tam bir Osmanlı şehri.
T: Selimiye’yi de bir mimarla gezmek güzel olmuştur ama Işılsu. İşte minarenin üç şerefesine çıkan üç ayrı helezonik merdiven falan anlattıkça anlatmıştır artık Berkant sana.
I: Üç değil dört şerefe vardı.
T: Hayır dört minare ve her bir minarede üçer şerefe var Selimiye’de.
I: Bir dakika ya şerefe ne ?
T: Hani minarelerde müezzin çıksın ezan okusun diye balkon gibi bir çıkıntı var ya onlara şerefe denir.
I: Peki niye üç tane şerefe var ? Bir tane yetmiyor mu ?
T: Eskiden mikrofon yokmuş, sanırım her bir şerefeye birer müezzin çıkıp 12 kişilik bir koro şeklinde ezan okunurmuş.
I: Allah allah eee nedir bu merdiven hikayesi ?
T: İşte bir minaredeki üç şerefeye adam üç ayrı merdiven yapmış ve bu merdivenler minarenin içerisinde kesişmiyormuş. Böylece üç müezzin birbirleriyle karşılaşmadan aynı anda minareye çıkıp aynı anda inebiliyorlarmış. Bunları anlatmadı mı Berkant sana ?
I: Hiçbirşey anlatmadı.
T: Ohooooo sağamamışsın ineği hahaha.
I: Sen bunları biliyor muydun Berkant ?
B: Tabii ki biliyordum Işılsu, ben mimarım.
I: Başka neler biliyordun Berkant ?
B: İşte akustiği şahanedir. Kandildeki isleri biriktirirler falan filan.
I: Kandildeki isler mi ?
T: Aydınlatma kandillerle yapılırmış eskiden ve adam oraya öyle bir havalandırma yapmış ki, kandillerin alevleri is yapmasın diye hepsini duvar kenarlarındaki kaplarda topluyormuş.
I: Aaaaaaa vay beee.
B: Eee adam boşuna Mimar Sinan olmuyor.
T: Bir de o kaplardaki islerden de mürekkep yaparlarmış. Berkant ilk ekolojik bina örnekleri sayılmaz mı bunlar ?
B: Valla temel mantığı aynı ama projenin bütününde böyle bir anlayış olmadığından ekolojik bina sayılmaz sanırım. Olsa olsa ekolojik uygulama sayılabilir.
I: Ya Berkant sen manyak mısın, neden bunları bana gezerken anlatmadın ?
B: Sormadın ki.
T: Hahahahaha
I: Sormam mı gerekirdi Berkant yaaaa ?
B: Murat Belge’nin kitabını okuyorum diye dalga geçmiştin ya Işılsu.
I: Dalga falan geçmedim, sadece sordum.
B: Tabii, Çin’e gitsen, sırf bir mimarsın diye Çin mimarisi haakkında kitaplar mı okuman gerekiyor sorusunda nedense bir ironi, bir alay sezmişim ben öyle kendi kendime.
T: Hahahaha
B: Hem sen sıkıcı bulmuyor muydun bunları ? Mesela geçen Dali sergisine gidecektik, Dali’nin Luis Bunuel ile çektiği kısa filmi izletmeye çalıştım sana, izlemedin.
I: Berkant uzun zaman sonra ilk kez görüşüyoruz ve sen kavuşmamızın takriben 22. dakikasında Dali’nin kısa filminden bahsediyorsun.
T: Hahahahaha
B: Kavuşmamızdan kaç dakika sonra Dali’den bahsedebilirim Işılsu, bunu bir kurala bağlayalım da ben bir daha benzer bir hata yapmayayım.
T: Hahahahah
I: Offf Berkant offf.

Toygar çok eğlenmiş bir halde neşe içinde tatlı tatlı uykusuna dalmak için odasına gitti. Rüyasında kendisini Işılsu ile Berkant’ın henüz daha konuşamayan huysuz bebekleri olarak gördü. Ürkütücüydü.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder