6 Temmuz 2008 Pazar

Hikayelerini anlatanlar ve başkalarının hikayelerini dinleyenler.

Çevresinde dolaşan bin türlü tuhaf hikayenin içinde kendi hikayesini oluşturamamak, ya da kimseyle konuşmadğı için o hikayenin bilinemiyor olması, ya da hiçkimseyle paylaşamıyor olmak söylenmeyince derman bulunamayan dertleri, ya da belki anlatacak somut bir derdi bulunmamak ama kendisini yabancı ve yalnız hissetmek, ya da kendi dertlerinin çevresindeki insanların dertlerine göre basit olduğunu düşünmek, belki de çevresindeki dertli insanlara yardm edememek karşısındaki acizlik.

Bazı insanlar vardır. Sessiz sakin varlığı ile yokluğu bir insanlar. Sanırsınız böyle insanların hiç derdi yoktur. Herkesi dinlerler, duyarsız da değillerdir, yardım etmeye çalışırlar ama siz onlar hakkında hiçbirşey bilmezsiniz. Protesto etmezler, kendilerini yabancılaştırmazlar, içlerine kapanık değillerdir, sorsanız belki pek çok şey de anlatırlar ama bu insanlara kimse de pek birşey sormaz. Çünkü güçlü görünürler, yen içinde kırılan kollarını kimseye göstermezler. Topluluk içinde hiçbir zaman sivrilmeyen, sıradanlıkları ile çevresine “beni keşfet” mesajları yollamayan, yardımsever naif insanlar. Bu tip insanları ancak öldüklerinde, ya da ortadan kaybolduklarında hissedersiniz. Düşünürsünüz, düşünürsünüz ve aklınıza onlar hakkında söyleyecek hiç birşey gelmez. Gariptir, öldüklerinde “o benim arkadaşımdı ve onu özleyeceğim” dersiniz ama neden özleyeceğinizi nereden arkadaşınız olduğunu falan anlatamazsınız.

2h37 böyle bir insanı anlat(may)an bir filmdi. Beni de çok tuhaf bir ruh haline soktu. Film güzel miydi ? Bence hayır hatta sıkıcıydı. Ama içimde bir yerlere fena halde dokunmasını bilen bir filmdi.

Evet dokundu içime. Çok fena dokundu. Böyle insanlar dikkatimi çekerse, mutlaka tanımalıym onları dedirtti. Geçmişte tanıdığım böyle insanları hatırlattı. Özleyip özlemediğimden bile emin olmadığım birlikte uzun zaman geçirip haklarında hiçbirşey bilmediğimi farkettiğim insanlar.

Dondurma arabasına son anda yetişemeyip elinde parasıyla dondurmasız arabanın arkasından bakakalan çocuğun hüznü mü daha büyüktür, yoksa Afrika’da bir lokma ekmek bulamayan açlıktan ölmek üzere olan çocukların hüznü mü daha büyüktür ? Bu ne acayip, ne acımasız sorudur ? İçimde bir yerlerde dondurmasız kalan çocuğun hüznünün de çok büyük bir hüzün olduğunu kabul ettiren bir his var. Bu hüznü anlayamazsan eksik kalırsın diyen bir ses var.

Kimbilir belki de bahsettiğim insanlar çocukluklarında dondurma arabasına son anda yetişemeyip elinde parasıyla dondurmasız arabanın arkasından bakakalmışlardır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder