8 Temmuz 2008 Salı

American Beauty, Alternatif yaşamlar mümkündür

Dün gece bu filmi tekrar izledim. İlk izlediğimden beri hiç aklımdan çıkmayan o beyaz poşetin şahane dansı ile birlikte gelen o şahane replik. “Bazen dünyada öyle çok güzellik oluyor ki, hepsini almaya kalbim dayanmaz da göçer gibi geliyor bana.” (Sometimes there's so much beauty in the world I feel like I can't take it and my heart is just going to cave in.) Ne inanılmaz bir cümledir bu. Tüm bir dünyayı içselleştirme arzusu. Hiçbirşeye yabancılaşmama talebi. Bu nasıl bir yaşam sevgisi.

Bu lafı söyleyen çocuğun, ırkçı, faşist, şiddet yanlısı, zavallı bir gizli eşcinsel emekli albay bir babası var. Babanın etkisi altında perişan olmuş pasifize olmuş bir annesi var. Akıl hastanesinde yatmış uyuşturucu bağımlısı asosyal görünüşlü biri bu çocuk. Ama diğer taraftan meseleleri kafasında çözmüş biri. Hiçbirşeyden korkmuyor, dış dünyadan çok fazla etkilenmiyor, zevkleri global eğilim belirleyiciler tarafından belirlenmiyor. Kendine ilişkin gerçek bir dünyası var. Sahtelikten çok uzak net bir dünya. İşte bu net dünyanın hiçbir zerresine yabancılaşmak istemeyen birisi Ricky Fitts. Samimi. Uyuşturucu kullanıyor. Uyuşturucu satıyor. Ama algıları daha sahici.

Kızı ile yaşıt bu genç adam Lester Burnham’ı sahtelik dolu dünyasından kurtarıyor. Lester birdenbire tüm yapaylıklara savaş açmaya başlıyor. İlk hedefi nefret ettiği işi oluyor. Şantaj yaptığı şirketinden kopardığı iyi bir tazminatla istifa ediyor. Hayatı boyunca hayalini kurduğu Firebird’üne sahip oluyor. Hamburgercide çalışıyor. Kızının arkadaşı Angela’ya karşı duyduğu isteğe boyun eğiyor. Spor yapmaya başlıyor, vücudunu geliştiriyor. Hayatında gerçek hiçbirşeye sahip olmayan, hayatını imajına adamış, kurban olmayı redddediyorum diyerek kurban olmaktan kurtulduğunu sanan, ama aslında dünyayı “ya kurbansındır ya da tanrı” olarak algılayan dar görüşe sahip olduğu için hep kurban olmaya mahkum karısı Carolyn’i de kurtarmak istiyor bu yapaylıktan. Sen her zaman böyle değildin diyor nasıl bu hale geldin diyor. Partilerde sıkıldığı zaman kriz geçirme numarası yapan kıza ne oldu diyor. İlk evimizde koşa koşa çatıya çıkıp trafik helikopterlerine kendini gösteren o kızı tamamen unuttun mu diyor. Ben o kızı unutmadım diyor. Ancak kanapeye bira dökülme tehlikesi Carolyn’in film boyunca yaşadığı en romantik anda bile baskın çıkınca, Lester için durumu kabullenmek kaçınılmaz oluyor. Zaten hemen akabinde emlak kralı Buddy ile karısının kendisini aldattığını öğrenecektir. Hiç dert etmez bunu kendisine Lester. Tersine karısının mutlu olması hoşuna bile gider.

Lester yaşadığı hayatın yalan ve yapay bir dünya olduğunu anlayıp bu hayatın kölesi olmamanın mümkün olduğunu hissettiği anda delik deşik etti eski hayatını. Kimseyi ezmedi kimseye de kendini ezdirmedi. Canı ne istiyorsa onu yaptı. Başarı denen kavramın hedeflerle ve amaçlarla olan ilgisini farketti. “Başarılı olmak için sürekli başarı imajı sergilemen gerekir” diyen karısına inat imajın canı cehennemedir aslında. Birden kurtuldu dünyasını sarmalayan saçmalıklardan. Hamburgercide hamburger pişirirkenki yüz ifadesi huzur doludur. Huzurludur, mutludur, isteklerine ulaşmıştır. Karısının aksine ne kurbandır ne de tanrıdır. O bu sistemin dışına çıkmış sistem ile alışverişini minimal düzeylerde sürdüren biri olmuştur. Çok istediği Angela’nın isteklerine uygun bir adam haline gelmiştir. Kızının sınıf arkadaşı, model olmak isteyen sarışın güzel kız Angela’nın cümlesi, “Sıradan olmaktan daha kötü hiçbirşey yoktur bu hayatta”dır. Lester ilk gördüğü andan itibaren Angela’yı arzulamaktadır. Janie bu durumu utanç verici bulmakta, Angela’nın ise hoşuna gitmektedir. Angela da bambaşka bir sahte yapay dünyasında büyütmektedir kendini. O da Carolyn gibi imaj satmaktadır çevresine. Seksi, popüler, güzel sarışının bakire olduğunu filmin sonunda anlarız ancak.

Lester’ın ve özellikle Ricky’nin hikayesi başka türlü bir hayatın mümkün olduğunun çığlığıdır. Mahkumiyetin bir tür tercih olduğunu gösterir bize. Ve aslında “bazen dünyada öyle çok güzellik olur ki, hepsini almaya kalp dayanmaz da göçer gibi gelir insana”.

Filmden çok beğendiğim iki orijinal replik ile bitirmek istiyorum bu yazıyı :

Ricky, Janie’ye çektiği en güzel görüntüyü anlatıyor.

“It was one of those days where it's a minute away from snowing, and there was this electricity in the air. You can almost hear it. And this bag was just dancing with me, like a little kid begging me to play with it, for 15 minutes. That's the day I realized that there was this entire life behind things and this incredibly benevolent force that wanted me to know that there was no reason to be afraid ever. Video's a poor excuse, I know, but it helps me remember. I need to remember.

Sometimes there's so much beauty in the world I feel like I can't take it and my heart is just going to cave in.”

Lester öldükten sonra iç ses olarak anlatır.

“I had always heard your entire life flashes in front of your eyes the second before you die. First of all, that one second isn't a second at all. It stretches on forever, like an ocean of time. For me, it was lying on my back at Boy Scout camp, watching falling stars. And yellow leaves from the maple trees that lined our street. Or my grandmother's hands and the way her skin seemed like paper. And the first time I saw my cousin Tony's brand-new Firebird. And Janie. And Janie. And Carolyn.

I guess I could be pretty pissed off about what happened to me, but it's hard to stay mad when there's so much beauty in the world. Sometimes I feel like I'm seeing it all at once and it's too much. My heart fills up like a balloon that's about to burst. And then I remember to relax and stop trying to hold on to it. And then it flows through me like rain, and I can't feel anything but gratitude for every single moment of my stupid little life.

You have no idea what I'm talking about, I'm sure. But don't worry. You will someday.”

1 yorum: