29 Haziran 2009 Pazartesi

Hikmet Ne İster

“En büyük hatan, cevabı bulmada başarısız olman değildi. Yanlış soru sorarsan doğru cevabı bulamazsın. Doğru soru, "Woojin beni neden esir aldı?" değil "Beni neden serbest bıraktı?" olmalıydı. Bir kez daha sormak gerekirsei neden Woojin, Dae Su'yu 15 yıl sonra serbest bıraktı?” (Oldboy filminden bir replik)

Anlamaya çalıştığım şey Oğuz Atay’ın bu romanın alt metinde ne anlatmak istediğiydi. Fakat bunu böyle sorunca parçalar bir türlü yerine oturmuyordu. Oldboy imdada yetişti. Yanlış sorular soruyordum. Hikmet’in, Sevgi’nin, Bilge’nin ne istediğini anlamalıydım önce. Öyle ya Hikmet ne isterdi de, gecekonduya çekildi.

Hikmet’in kelime anlamına dönelim önce biraz. Hikmet öğrenme ve öğrendiğini uygulayabilme kapasitesi demiştik iki yazı önce. Biraz etimolojik araştırma yaptığımızda ise ilginç sonuçlar çıkıyor karşımıza. HKM kelime köküne sahip kelimeler gerçekten enteresan: “Ahkam, hakem, hakim, hüküm, hükümdar, hükümet, hükümran, istihkam, mahkeme, mahkum, muhakeme, müstahkem, tahakküm, tahkim, hekim”

Hikmet çevresindeki hayata ve dünyaya hükmetmek ister, hakim olmak ister, ahkam kesmek, hüküm vermek ister. Heşeyi kontrolünün altına almak ister. İstediği kadını almak ister, istediği hayatı yaşamak ister. Sürpriz olmasın ister. Kendisine ilgi gösterilsin ister. Sevilmek ister. Kendisine muhtaç olsun insanlar ister. Başrol ister, Hamlet olmak ister, kurtarıcı olmak ister, İsa olmak ister, değiştirmek ister, Fransız İhtilali yapmak ister.

Hikmet başrolü iki türlü elde edebilir. “Tozlu ülkemizin yollarında Sevgi ile iki kişilik bir ülke kurarak” o ülkenin kralı olabilir ya da dışa açılarak, çok çalışarak, yaşamın yasalarını iyice anlayarak, kısaca bilgeleşerek, dünyanın kralı olabilir.

Hikmet önce Sevgi’yi dener. İçe dönmek ister. Ülkemizin sorunlarından kurtulmak ister, kitapları okumayı bırakır. Sürekli üşüyen Sevgi’nin, beceriksiz Sevgi’nin ihtiyaç duyduğu Hikmet’i yeterli bulmaya çalışır. İhtiraslarından arınmaya, izole bir yaşam sürmeye çalışır. Sonunda ne yazık ki, çok sıkılır. Sevgi’yi idare etmek yetmez Hikmet’e. Beklediği ilgiyi ne Sevgi’den, ne dış dünyadan bulabilir Hikmet. Bu iki kişilik ülkeyi kimse tanımaz, kimse bu iki kişilik ülkeye büyük elçi atamaz.

Yavaş yavaş Hikmet dış dünyaya açılır, önce arkadaşların gelmeye başlar eve. Sevgi içeride uyuyordur. Hikmet arkadaşlarıyla dünyayı kurtarıyordur. Herkese kendisinin ne kadar zeki, ne kadar donanımlı, ne kadar ilgi çekici biri olduğunu kanıtlamaya çalışırken, iki kişilik ülkenin yegane tebası o sırada içeride uyuyordur. Hikmet Bilge’den Sevgi’nin bilmediği bir dili, İngilizce’yi öğrenirken, Sevgi bir köşede üşümektedir. Hikmet, “hangi renklerin güzel olduğunu, hangi şarkılara duygulandığını, güzel kadının tanımını, tabloları duvara nasıl asmak gerektiğini, hangi yazarların büyük olduğunu, hangi renklerin yanyana gelebileceğini, ikinci sınıf bestecilerin kimler olduğunu, misafire pijama ile çıkılıp çıkılamayacağını, ne biçim bir evde yaşayacaklarını, duvarları nasıl boyayacaklarını, hangi gömlekle hangi kravatı takacağını, hangi devlet düzeninde yaşanabileceğini, hangi devlet düzeninin insan ruhunu öldürdüğünü, insan insanın kurdu muduru, aşkın ölümsüz olup olmadığını, dünyanın en büyük oyun yazarının kim olduğunu, Hikmet’in yatağın neresinde yatacağını, Sevgi’nin yatağın neresinde yatacağını” anlatırken de Sevgi, Hikmet’in yargılarına katılmadı. Hikmet artık iki kişilik ülkeye bile hükmedemiyordu.

Bilge ise, kolej çocuğu Fikret ile takılıyordu. Fikirlere, hükümlerden daha çok değer veriyordu Bilge. Fikirler geleceği şekillendirirken, hükümlerin kısa vadeli sonuçları oluyordu. Bilge soyutu, somuta tercih ediyordu. Matematik, somut yaşamdan daha değerliydi. Matematiği hayata uydurmaktansa, hayatı matematiğe uyduruyorlardı çoğu zaman. Hikmet o zaman hayata değil, matematiğe hükmedebiliyordu.

Sonunda Hikmet yıktı dünyasını, gecekonduya çekildi. Aklında bir dünya kurdu, o dünyaya ilişkin oyunlar yazdı. Rolleri istediği gibi dağıtıyor, gerçekleri dilediği gibi çarpıtabiliyordu. Kimin başına ne gelecek, hangi savaşı kim kazanacak, hangi deliler ihtilal yapacak hep o karar veriyordu. Bilge gel diyordu, Bilge geliyordu, Bilge otur diyordu, Bilge oturuyordu. Bilge seviş benimle diyordu, Bilge sevişiyordu. Herşey kontrolü altındaydı aklının dünyasında. Hükümet gibi adamdı Hikmet. Hüsamettin Albay soruyordu, “senin gerçekçiliğin nerede kaldı Hikmet?” Cevap açıktı, “çok gerilerde kalmıştı” Hikmet’in gerçekçiliği.

Hikmet, ansiklopedi yazıyor, Hikmet, Fransız İhtilali yapıyor, Hikmet kral Mesih oluyor, dünyayı kurtarıyoırdu aklında. Oysa tıpkı İsa gibi onun da krallığı bu dünyada değildi. Aklının dünyasındaydı Hikmet’in krallığı. Son yemeği tertipleyip, kendini çarmıha germesi bundandı. Tıpkı İsa gibi o da kaçabilirdi, kendini kurtarabilirdi. Havarilerden birinin kendisine ianet edeceğini bildiği halde önlem almayan İsa gibi, Hikmet de sonunu bile bile bu yola girmişti. İsa’nın gerçeği kendisini çarmıha geren Yahudiler’in gerçeğinden ne kadar farklıydıysa, Hikmet’in gerçeği de Sevgi’ninkinden, Bilge’ninkinden o kadar farklıydı. Hikmet’in hayatla görülecek hesabı vardı, hayatın karşısında ölümü oynatmak isterdi. Ölümle oynamak isterdi Hikmet, ama kadınlar bırakmıyordu.

Sonunda Hikmet, hayatı da, kadınları da, aklını da bıraktı. Tehlikeli oyunlardı oynadığı, sonunda ölüm vardı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder