8 Haziran 2009 Pazartesi

Evet Müntehir İntihar Etmeyi Unuttu.

Sevgili T&T'nin http://travisandtylerdurden.blogspot.com/2009/06/muntehir-intihar-etmeyi-unutmus.html yazısına cevabımdır. Yorum olarak ekleyemedim, biraz uzunmuş.
Sevgili T&T,

Ben çocukken bir 2000 yılı sendromu vardı. Hatta 10 yaşında falanken 2000 yılında kaç yaşımızda ve nerede olacağımızı falan düşünürdük. Ben 23 olacaktım abim 25. O zamanki ideal evlenme yaşı olan 26’ya, zira babam da dayım da 26 yaşında evlenmişti, iyice yaklaşmış olacaktık. İşte teknoloji nasıl olacaktı, tüm sokaklar yürüyen bantlarla dolacak ve artık kimse yürümeyecekti falan filan. Belki 2000 yılında Mars’a tatile gidilecekti. Sonra 2000 yılına geldik. Bu fantezilerin hiçbiri olmadı. Ben de ideal evlenme yaşını 6 yıl geçmeme rağmen evlenmedim. O zaman da hikaye anlatmak, dedikodu dinlemek revaçtaydı. Hislere gelince, o biraz tuhaf. Devir imitasyon devri diyorsun söz devri diyorsun da İncil 2000 sene önce önce kelime vardı diyor. Film yokken de ozanlar, hikaye anlatıcıları vardı. Dede Korkut geleneğinden geliyoruz biz.

Ama sahtekarız bak o doğru. Artık bir yere ulaşmak eskisi kadar zor değil. Daha iki gün önce İspanya’daymışsın baksana. Hepimiz Amerika’da yayınlanan dizileri neredeyse orayla aynı anda izliyoruz. Arjantin’li bir çocuğun bilgisayarından Messi’nin ilkokul fotoğraflarına ulaşabiliyoruz. Bu kadar bilgi, bu kadar imkan daha önce hiçbir çağda var olmayan bir yük yüklüyor sırtımıza. Hayallerimizi gerçekleştirmek belki hiç olmadığı kadar kolay. 80 günde devrialemmiş, denizler altında 20000 fersahmış, 10000 USD paraya bakar bunlar. Peki yapanımız var mı ? Hayır yok. Sahtekarlık tam da burada işte. Bu çağ bir yandan bize maymun iştahı neymiş onu öğretirken, bir yandan da gücümüzün yetmeyeceği işler için gücümüzün yeteceği sanrısını yerleştirdi içimize. Başedemeyeceğimiz kadar yüksek potansiyellerimiz var artık. Ağzımızla kuş tutsak yaranamayız kimseye, hatta kendimize de. Adam uzaya gidiyor abi, yemişim kuşunu.

Hepimiz gri binalarda, plazalarda adına iş denen saçmalıklarla uğraşırken potansiyelimizde yaşattığımız yaratık çok çalışırsa, Erkan Oğur kadar gitar çalabileceğini, Michael Jordan kadar basket oynayabileceğini, Bill Gates kadar zengin olabileceğini sanıyor.

Sevgili T&T,

Her dönemin kahramanları vardır. Bu dönemin de var. Ama hiçbir dönemde sıradan insanın yaptıkları ile potansiyeli arasında bu kadar devasa fark olmadı. Bu fark hepimizi perişan ediyor. Kendimizi değersiz hisediyoruz. Kendimize güvenimiz azalıyor ve korkuyoruz. Çünkü potansiyelimize göre mesela bugün tüm dünyaya mutluluk getirmek üzere kanlı bir devrimin lideri olabiliriz. Oysa en sahtekar halimizle sabah erken kalkıp işimize gidiyoruz ve ödedikleri paranın karşılığında bizden satın aldıkları zamanımızda böyle yazılar yazıyoruz. Sahtekar, yalancı, dolandırıcılarız biz ama tiksinç değiliz. İmkansız diye birşey yoktur çocuklarıyız biz. Oysa imkansız diye birşey var. Yaşam fiziktir abi yasaları var. Oksijensiz yaşanmıyor mesela.

Hiçbir devirde olamadığımız kadar yalnızız da ondan nefret ediyoruz yalnızlıktan. En son ne zaman arkadaşlarınla 4 5 kişi oturup gazetelerin ilgisini çekmeyecek bir konuda muhabbet ettin. Bu çağda kimse beraber bir şey yapmıyor. Halı sahada maç bile yapılamayacak yakında. Her hafta birileri su koyveriyor. Her yerde kar değil naz var artık. Nazdan niyazdan geçilmiyor ortalık. Birşey yapmaya kalksan, ben oraya gitmemler, ben içki içilen yerde oturmamlar, ben içki içilmeyen yerde durmamlar, ben sigara içilen yerde durmamlar, ben sigara içemediğim yerde bulunmamlar uçuşuyor havada. Antartika’yı yakın eden bu çağ aynı zamanda da tuhaf bir şekilde, Kadıköy’ü Taksim’e uzak ediyor. Herkesin ajandası full. Herkesin vakti kıymetli, herkesin dinlenmeye ihtiyacı var. Ama aslında yalnızlıktan korktuğumuz için nefret ediyor ve toplanmaktan nefret ettiğimiz için yalnız kalıyoruz. Potansiyeline o kadar uzak ki herkes, derdini anlatmaktan bitap düşüyor. Yok bankadakiler hiç iyi insanlar değillermiş, yok zaten maaş da azmış, müdür köle gibi kullanıyormuş, hep kapalı yerde aynı iş yapılıyormuş, hayat bu muymuş, dünyaya bunun için mi gelmişmiş, işini değiştirmesi lazımmış, en büyük hayali home ofismiş, biraz daha kendine ayırabileceği zamana ihtiyacı varmışmış, stres çok ağır geliyormuş... Bir tane memnunum halimden diyen yok. Dert mi lan bunlar yüz sene öncesinin Amerika’lı kölesine. Hayır değil, peki bizi bu kadar sızlandıran ne o zaman? Amerikalı kölenin potansiyeli en iyi ihtimalle efendisinin kahyası olmakken, bizim potansiyelimiz sınırsız. İnsanı memnun eden elindekilerin değeri değil, potansiyelinin ne kadarını gerçekleştirdiği. E bizde potansiyel sınırsız olunca, eldekiler de pek bir şey etmiyor.

Sevgili T&T,

Internetten eve yemek getirtebildiğimiz bu çağda hissizlikten doğal ne var ki... Klimaların, kaloriferlerin her yanımızı donattığı bu çağda yaz ile kış arasındaki farkı nasıl hissedebiliriz ki... Ayda yılda bir iğne vurulmaktan başka fiziksel acı hissetmediğimiz bu çağda ne hissedeceğiz ki... Yaşamı hissediyor muyuz ki, ölümü hissedeceğiz. Bu çağda müntehirin intihar etmeyi unutmasından doğal ne var ki... Yaşam bu çağda da fiziktir va yasaları vardır fakat ne kadar fiziksel ilişkimiz var ki...

4 yorum:

  1. müntehir intihar etmeyi unuttu, ölü gömülmeyince koktu.

    YanıtlaSil
  2. Tuzlarlar, birşey olmaz. Olmadı mumyalarlar.

    YanıtlaSil
  3. bu durumda telaşa gerek yok demek ki selim ışık. öyle yada böyle bizim hissettiğimiz de hissizlik negüzel :)

    YanıtlaSil
  4. Telaş eden mi var? Hissizlik yaşayan biri nasıl telaş edebilir ki.

    YanıtlaSil