27 Ekim 2008 Pazartesi

Hayao Miyazaki'den Masallar

Çocukken okuduğunuz veya size okunan masalları düşünün. Pamuk Prenses, Kırmızı Başlıklı Kız, Külkedisi, Uyuyan Güzel, Rapunzel, Güzel ve Çirkin vs. vs. Bu masalların hepsinin belli başlı ortak özellikleri vardır.

1. İyilik ve kötülük kesin çizgilerle ayrılmıştır.
2. Hiçbirşey göründüğü gibi değildir mesajı vardır. Canavarlar, kurbağalar prense dönüşürler.
3. İyi karakterler pasiftirler, kanaatkardırlar, haksızlığa uğrarlar, kaderlerine razı olurlar ve zorluklara tahammül gösterirler. Sonunda da mutlu olurlar
4. Kötü karakterler aktif, hatta proaktiftir. Ne istediklerini bilirler, inisiyatif alırlar, bencildirler, planları projeleri vardır.
5. İyi karakterler küçük kızlardır ve masalın sonunda ödülleri beyaz atlı yakışıklı bir prens ile evlenmek olur.
6. Büyü, sihir, cadı, dev gibi olağanüstü şeyler olur masalların dünyasında.

Açıkçası çocukken masallardan hiç hazzetmezdim. Sıkıcı gelirlerdi. Mutlaka haksızlığa uğrayan iyi kızın sonunda prensine kavuştuğu hikayeler. Arada sırada çıkardı bu özelliklerin dışındaki hikayeler de tabii ki. Çizmeli Kedi mesela. Çizmeli Kedi efendisine yardım etmek için önce krala hediyeler götürerek güvenini kazanmış, sonra kralı kandırmış, efendisini varlıklı biriymiş gibi göstermiş, bir plan doğrultusunda devi kandırarak yok etmiş, efendisiyle kralın kızını evlendirerek rahata kavuşmuştur.

Ya da sihirli fasulye. Bir halk masalıymış bu da. Yoksul ve dul bir kadın ile oğlu ihtiyaçtan ineklerini sihirli fasulyeler karşılığı tuhaf bir yaşlı adama satarlar. Sonra fasulyeler göğe uzanır. Orada başka bir dünya vardır. Oradaki bir devin altınını, altın yumurtlayan tavuğunu ve altın arpını çalarlar. Fasulyeyi kesip bağlantıyı koparırlar ve refah içinde yaşarlar. Elbette bu masalın devrimci yanlarını görmüyor değilim. Ama benimsemiyorum.

Çocuklara anlatmak isteyeceğim türden masallar değil bunlar. Ne çocukların proaktif ne istediğini bilen ve bu yolda herşeyi yapabilecek cadılar olmasını isterim, ne de pasif, birey olamamış kaderlerine razı prensesler. Çizmeli Kedi gibi sahtekar yalancı olmalarını da istemem, sihirli fasulye ile tırmandıkları göklerdeki hayattan hırsızlık yapmalarını da.

Bu masal konusuna Shrek 2’den beri kafa yoruyordum. Bu masalların idealize ettikleri karakterlerin idealden çok uzak, edilgen kaderlerine razı tipler olmaları beni çileden çıkarıyordu. Oysa tüm bir insanlık tarihi insanın kaderine karşı koyması üzerine kuruluydu. Kader hasta ediyor, insanlık şifa buluyordu. Kader uçamazsın diyor, insanlık uçağı icat ediyordu.

Daha sonra Çağan Irmak’ın Ulak filmini izledim. Köydeki çocuklara hikayeler anlatan güler yüzlü amca figürü çok hoştu. Çetin Tekindor şahane oynuyor, Ulak İbrahim’in hikayesini çok güzel anlatıyordu. Hikaye ilerledikçe, gnostisizm kokusu siniyordu hikayeye ve anlatan ile anlatılan birleşiyordu. Hikayeyi beğenmiştim ama çocuklara anlatmak isteyeceğimi sanmıyordum. Çünkü çok tartışmalı şeyler söylüyordu özellikle dine, inanca dair.

Sonunda Hayao Miyazaki’nin Spritted Away (Ruhların Kaçışı) isimli çizgi filmini izlediğimde, “işte bu” dedim. İşte çocukların olmalarını isteyeceğim karakter Chihiro. Sonra Howl’s Moving Castle’daki (Howl’un yürüyen şatosu) Sophie. Miyazaki tam da ben çocukken duymak isteyeceğim masalları anlatıyordu.

Spritted Away’de Chihiro babasının işleri dolayısıyla taşraya taşınmak zorunda kalan, okulunu, arkadaşlarını, hayatını büyük şehirde bırakmış bir öğrenciydi. Yeni geldikleri taşrada yollarını kaybederek buldukları terkedilmiş görüntüsündeki hamam bir anda tüm ailenin yaşamını değiştirecekti. Annesi ile babası domuza dönmüşlerdi Chihiro’nun ve onları bu durumdan kurtarabilecek tek kişi de kendisiydi. Chihiro çalışkanlığı ile, cesareti ile, zekası ile, direnci ile ve hatta belki de hepsinden öncelikli olan ahlakıyla sadece anne babasını kurtarmakla kalmıyor, aşık olduğu nehir tanrısını da özgürlüğüne kavuşturuyordu.

Howl’s Moving Castle’da annesinin şapka dükkanında çalışan Sophie ise Issızlığın Cadısı tarafından yaşlı bir nineye dönüştürüldüğünde, oturup kaderine ağlamıyor, kendisine başka bir dünya kurmak için gizlice evden ayrılıyordu. Kalbini ateş tanrısı Calcifer’e kaptırmış büyücü Howl’un yürüyen şatosunda temizlikçilik yapmaya başlıyordu. Kralın büyücüsü Suliman Howl’un kalbini Calcifer’e vermiş, böylece hem Calcifer’i hem de Howl’u kendisine bağlamıştı. Howl, onda bulunan kalbi sayesinde Calcifer’in efendisi olmuştu. Calcifer de Howl’un kalbiyle güç kazanmış ama özgürlüğünü yitirmişti. Sophie tüm bu düzeni sevgisiyle, cesaretiyle, ahlakıyla yıkıyor, Calcifer’i de Howl’u da özgürlüğüne kavuşturuyordu. Klbini Calcifer’den alıp, Howl’a yerleştirdiğinde, kendini yorgun hisseden Howl’a söylediği söz ise halen kulaklarımda. “Bir kalp taşımak ağır bir yüktür.”

Ne iyi ve pasif, ne de kötü ve proaktifti Miyazaki’nin baş kahranmanları. Tam olması gerektiği gibiydiler. Sıradan, ahlaklı, cesur, çalışkan, azimli… Muhtaç oldukları kudret damarlarındaki asıl kanda mevcuttu Sophie’nin de Chihiro’nun da.

2 yorum:

  1. miyazaki'yi bi gun gormek, tanimak ve ona "miyazaki sen benim herseyimsin." demek gibi bir hayale sahibim ben.

    sirf bu yuzden caponca ogrenesim bile var.

    benim favori karakterimse mononoke hime'dir..

    YanıtlaSil
  2. Ama gerçekten süper adam Miyazaki. CXhihiro da benim kahramanım :)

    YanıtlaSil