4 Temmuz 2010 Pazar

Huzur vs. Başarı

Sessizlik ve sakinlik arar oldum Afrika'da. Resmen huzur arıyorum. Tuhaf değil mi, insan az gelişmiş memleketlerde doğayla daha bir baş başa sessiz sakin yaşarım sanıyor. Rotterdam'dan gelen bir arkadaşım da orası için çok sessiz sakin her şey yerli yerinde demişti.

Aslında işin aslı sanırım şu. Doğada ya da şehirde, kalabalıkta ya da tek başınalıkta, sessizliğin, sakinliğin kaynağı insanın tek başına başarabildikleri belki. İnsan tek başına da olsa tek başına kendini çaresiz hissetmiyorsa, başka birilerine ihtiyaç duymuyorsa sakin kalabilir. Rotterdam'da insanın insana ihtiyacı yok. Kendini çaresiz hissetmiyor yalnız başına. Sorun az çıkıyor, çıkan sorun da bir telefonla çözülüyorsa, ve bireysel bir tercih olarak insan tek başınalığı seçmişse, Rotterdam'da başı ağrımıyor. Öte yandan Kahire'de insanın yalnız kalması mümkün değil. Buna sen cesaret etsen, başkaları edemez. Burada insanın insana ihtiyacı var.

İnsanları bir araya getirip bir arada tutan şey insanın yetersizliği ve çaresizliği ise, sevgi, saygı, hayranlık, kendini geliştirme falan gibi başka sebepler çok ikincil öneme sahipse, bu bir aradalıktan daha sevimsiz bir şey de yok bana göre. Çünkü bu katlanmayı getiriyor. Sevmediğin birine ihtiyacın olduğu için katlanıyorsun. Bir tür bedel ödüyorsun. İstediklerin olsun diye sen de başkalarının istediklerini yapmaya çalışıyorsun. Al gülüm ver gülümcülük oynuyorsun. İnsan ilişkileri bir ticarete dönüşüyor, istekler pazarlık konusu oluyor. "Tamam sen bunu yaparsan ben de bunu yapacağım."

Oysa insanları bir arada tutan şey duygular olmalı. Sadece sevdiğin için durmalısın birinin yanında, sadece saygı duyduğun için söylediklerini dinlemelisin. Çaresiz olduğun, ihtiyaç duyduğun için değil. Çünkü eğer saygı duymadığın birinin söylediklerini dinlemek çoğunlukla saçmalıklara katlanmak demek. Çünkü sevmediğin birinin yanında durmak çoğunlukla sıkılmak demek. Tüm bunların sürekli farkında olmak ise, her dakika kendine çaresizsin, yalnız başına bir hiçsin diye haykırmak demek.

İnsanlığın bir aradayken sorunları çözmek için bulabildikleri en iyi yöntem ortalama kullanmak. Üç kişisiniz mesela, aranızdan biri sinemaya gitmek istiyor, diğeri evde kalmak istiyor, diğeri de bir kafede kahve içip muhabbet etmek istiyor; çözüm bellidir, evde kahve içip muhabbet ederek film seyredilir. Güya herkesin istediği olmuştur, ama aslında kimsenin istediği olmamıştır. Bunu dillendirdiğinizde sizi uyumsuzlukla suçlayacaklardır, bana inanabilirsiniz.

Mesela tam ben bu yazıyı yazarken, iki kişi kapımı çaldı, oturacağız biz senin evinde dediler. Ya dedim ben size yarına kadar görüşmeyelim yalnız kalmak istiyorum demedim mi, dedin de dediler, biz de burada oturmak istiyoruz. Ben yazıyı bıraktım, gereksiz bir kaç televizyon programı seyrettik, sonra ben uyudum, onlar da gitmiş. Kaba mıyım ben şimdi? Kuşkusuz evet. Misafir varken uyunur mu? Misafir de edepsiz mi? Kuşkusuz evet. Böyle misafirliğe mi gelinir? Küsmece darılmaca var mı? Tabii ki yok. Burada küsmek yürek ister, yarın işin düşer.

Ülkeler, teknolojiler geliştikçe insanlar yalnız yaşamaya başlıyorlar. Bu çok ciddi bir eleştiri konusu. Aynı apartmandaki komşunu tanımıyorsun, çünkü komşunun külüne muhtaç değilsin artık. Yani bu doğal bir sonuç. Sosyallikten bir menfaatin yoksa, kim kimin ağzı kokusunu çeker? Ne uğraşacaksın elalemin tribiyle, afrasıyla tafrasıyla. Orada bilgisayar var, sorun çıkarmıyor, ne dersen onu yapıyor.

Diyorlar ki, teknoloji sevgisizliği getiriyor. Teknoloji sevgisizliği getirmiyor, sadece var olan sevgisizliği gün ışığına çıkarıyor. İnsanlar rest çekebiliyorlar rahatça. Açık konuşalım tarih boyunca zaten kimse kimseyi öyle gerçekten sevmedi. Kimsenin yüreği 3 4 kişiden fazlasını almıyor. Kalanı sahtekar uyum parodilerinden ibaret. Ben bunları açık açık söylüyorum insanlara, anlamıyorlar şaka sanıyorlar. Diyorum ki, aslında siz benim özel hayatımda hiçbir önem taşımıyorsunuz, hiçbirinizi sevmiyorum. Aynı işte çalışmasak yüzünüze bakmam. Aşkolsunlar sarıyor dört bir yanımı. Olmasın kardeşim, aşk olmasın. Olmaz da zaten durup dururken. Ya patolojik bir şekilde ikna edersin kendini bilmemkime, ya da gerçekten özel bir bağ oluşturur hayat size. Hayat özel bir bağ oluşturduysa, kimse kolayına bozamaz bunu, ama yok patolojik bir durumsa, "ben ne çok aldanmışım meğer" diye Candan Erçetin şarkıları söylersin kendi kendine. Aldandığın doğru da kim aldattı seni, kendin mi, karşındaki mi?

Bana göre insanlar ikiye ayrılır, huzur isteyenler, başarı isteyenler, ben huzur isteyenlerdenim dedim geçenlerde. İyi de sen başarılısın dediler. O yüzden huzursuzum dedim.

Sana bir iki hafta önce bir çok tepeden baktım Aziz İstanbul. Ama bir tatlı huzur almaya gelemedim Kalamış'tan. Çünkü yaklaşık 8 ay önce huzurumu sattım, 2 sene sonra geri alırım diye. Kalamış değildi artık, Kıraç ve Hadımköy'dü benim mekanlarım. Adalar, modalar değildi, büyüğünden küçüğüne çekmecelerdi.

Çekmeceler sıcaktı, çekmeceler trafikti, dolmuş sırasıydı. Oysa ben Sultanhamam'dan boğazı ve Haliç'i görüyordum, vapurda çay içip simit yiyordum sabahları. Dahası Çekmecelerde olduğuma bile mutluydum, Kahire'den iyiydi. Yoksa mutluluğumun katili görecelilik miydi?

İlk Mısır'dan döndüğümde herkese Mısır sapsarı diyordum, bu sefer de Türkiye'den daha iyi olan sadece 2 şey var Mısır'da dedim. Biri meyveler, diğeri Kızıldeniz. Ama asıl güzel şey Mısır'da kazandığın paraydı.

Yemeksepeti'nden eve yemek söylerken dikkatimi çekti, Chili's Türkiye'de de varmış. Kahire'de yer gök Chili's. Girdim sitelerine menülere baktım. Neredeyse herşey aynıydı, fiyatlar hariç. Türkiye'de 40 TL olan Fajita Trio'yu ben orada 25 TL'nin altına yiyordum, kira ödemiyordum. 2.5 litre kola 1.6 TL, bir paket Marlboro 2.5 TL idi. fiyatların yarı yarıya olduğu yerde kazancım 3 katıydı. Peki değer miydi? Huzurun değeri bu kadar mıydı?

Ben kendimi mi kandırıyorum, ben de mi huzurdan vazgeçtim yoksa? Sanmam, ama huzurun da bir finansmanı var. Hesap basit; 2 sene sıkıntı çek, sonraki 5 sene rahat yaşa. Peki bu doğru mu? Şu an doğru geliyor, ama asıl gerçek döndüğümde ortaya çıkacak: "Hayat algılandığı gibi yaşanır, gerçekse çok sonra ortaya çıkar."

Bu gece kan ter içinde uyandım, klima şalteri attırmış, odam olmuş hamam. Yok böyle bir sıcak, dışarıda terlememenin tek bir yolu var: Eylemsizlik. İnsan yemek yerken terliyor, çay içerken terliyor. Çay harareti alırmış, yalan. Sıcak olan ne yersen ye, ne içersen iç, mutlaka terliyorsun. Gölgede 45 derece ya, sıkıyorsa terleme. Düzgün uyku bir şaltere bağlı, o şalter atmazsa uyursun, atarsa uyanırsın vıcık vıcık. Az gelişmiş ülke düzeninde o şalter 2 gün atmazsa, 3. gün atar.

Peki huzur nerede Rotterdam'da mı Mısır'da mı? Peki ya Aziz İstanbul? Allah Rotterdam ile Mısır'ı yaratmış ki, İstanbul'un kıymetini bilesin. Benim gibi kıymet bilmezlere duyurulur.

2 yorum:

  1. Ama çok güzel olmuş bu, ayrıca İstanbul beklenmeye değer bir yerdir.

    YanıtlaSil
  2. Teşekkür ederim. İstanbul dünyanın engüzel şehri. Az kaldı döneceğim :)

    YanıtlaSil