13 Ocak 2011 Perşembe

Bir İntikam Romanı: TOL

Mısır'dayken kesin dönüşüme 40 gün kala tüm işlerimi yerime gelen ilgili arkadaşlara devrederek, sorumsuz Cumhurbaşkanları gibi işsiz oturmaya başladığımda, zaman geçirmenin zorlaştığını fark ettim. Önce dizilere falan daha da bir asıldım, ama işyerinde dizi seyretmek pek yakışık almayacağından, uzun zamandır yapmadığım bir şeyin yeniden peşine düştüm: Kitap okumak.

Önce ebook düşündüm. Mesela Okumaya başlayıp başlayıp bir türlü bitiremediğim Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Huzur'u bilgisayarımda vardı. Bu arada bayramda geldiğimde okuyacağıma çok da ihtimal vermediğim 4 tane kitap alıp Mısır'a götürdüm. İlki ebooku olsa bile Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Huzur isimli romanıydı. Sabahattin Ali'nin Kürk Mantolu Madonna'sı, Kemal Tahir'in Esir Şehrin İnsanları ve son olarak da Paul Auster'in Ay Sarayı kitaplarını beklediğimden çok hızlı okudum. Fakat devamı yoktu. Mısır'da Türkçe kitap satılmıyordu.

Bu arada Behzat Ç isimli dizinin çok övgüsünü görüyordum sağda solda ve izlemeye başladım. Gördüm ki dizi Serdar Akar'ın projesi. Serdar Akar, Gemide, Barda, Dar Alanda Kısa Paslaşmalar gibi benim çok sevdiğim filmlerin yönetmeni. İzlemeye başladım. 8. bölümden itibaren falan Şule karakteri üzerinden Serdar Akar'ın gizli kitap reklamları yaptığını fark ettim. Şimdiye kadar Murat Uyurkulak - Har ve Alper Camıgüz - Babalar ve Rencide Ruhlar kitaplarını yakaladım. Bu iki yazarı biraz araştırınca ekşi sözlükte özellikle Travis & Tyler Durden'ın Murat Uyrkulak'ı öven yazılarını gördüm. Blogunu çok severek okuduğum bu arkadaşın da beğenmiş olmasını olumlu bir referans sayarak, Murat Uyurkulak'ın 2, Alper Camıgüz'ün 3 kitabını Türkiye'ye gelir gelmez aldım. Fakat aldığım kitaplar arasında Kemal Tahir'in Esir Şehir üçlemesinin ikinci ve üçüncü kitabı da vardı. Önce Kemal Tahir'leri temizledim.Ardından Tol'a başladım ve az önce bitirdim.

Öncelikle Murat Uyurkulak okuduğum en iyi yazarlardan birisi. Buna dair hiçbir şüphem yok. 1972 doğumlu bir adam 30 yaşında ancak bu kadar güzel yazar. Oğuz Atay'a benzer ama taklit olmayan bir dille çok coşkulu bir roman yazmış. Bu dili nasıl bu hale getirebiliyorlar gerçekten anlamıyorum. Bu kadar çarpıcı duygusallık nasıl kelimelere geçebiliyor çözemiyorum.

Kitabın orta yerindeyken, kitabı o kadar beğenmiştim ki, duramadım ve kitap hakkında yazmaya başladım:

" Aşık oldum bu kitaba ben. Yaşlı aşkım Tutunamayanlar ve erkek kardeşi Tehlikeli Oyunlar'dan sonra hiçbir kitabı bu kadar yürekten sevebileceğimi düşünmemiştim. İnsanın başına zeki şeyler, güzel şeyler, kusursuz şeyler, rasyonel şeyler her zaman gelebilir ama aşk insanın başına kolay kolay gelmez.

Aşık olduğunun özü, sözü, başı, sonu çok önemli değil, fikri, zikri de önemli değil. Yüzü, vücudu, içi dışı değil. Huyu, suyu mu, yok değil. Anası, babası, atası değil. Aşık olduğunun sana aşkı, sevgisi, saygısı, becerisi, başarısı hiç değil. Sebebi, sonucu, kokusu, gülüşü, güldürüşü değil. Şekli, şemali, anlamı değil. Fiziği, kimyası, edebiyatı, matematiği, tarihi coğrafyası değil. Havası, atmosferi, stratosferi değil. Terbiyesi, ahlakı, estetiği, zenginliği değil. Peki nesi?

Öncesi ve sonrası.

Benim özüm bundan yaklaşık 13 - 14 sene önce Tutunamayanlar'la değişmişti. O gün bugündür, hiçbirşey eskisi gibi değil. Şimdi de Tol bir kez daha hiçbirşeyi eskisi gibi olamayacak şekilde değiştiriyor.

Büyük bir tüketme arzusu ile saldırdığım bu kitap, tıpkı Tutunamayanlar'ın da zamanında yaptığı gibi yarım sayfada bir beni yerden yere vuruyor. Sürekli güldürüp eğlendirerek beni tavlayan İlk 32 sayfasıyla bu kitap, şimdi beni santimlerden çıkarmıyor. 7 santim bir türlü bitmiyor. Ben saldırdıkça, kitap bir cümleyle, bir kelimeyle beni bataklığa balyozluyor. Daha T'sinde dizlerime kadar battım. Korunaklı evimi yıktı, zırhımı söktü aldı, beni çırılçıplak bataklığa gömüyor. Dahası, benim gıkım çıkmıyor.

Bu kitap "otobüs garları gibi biraz, kirli bir sağlık, ferahlık, hafiflik, bir şarkılar ve küfürler cümbüşü. İnsanın hep uzak, sert bir hayatlar toplamı olarak, yarı heyecan, yarı hüzün ve yarı korkuyla, bu yarım fazla, bir buçuk oldu, korkuyla baktığı, ama içine daldığında bir daha çıkmak istemediği bir bataklık. Üstelik burası daha iç içe, alt alta, üst üste ve daha dilbaz." (1)"

Bunları yazmasaydım, kitabın ilerleyen sayfalarını okuyamam gibi gelmişti. Yazdım ve rahatlamaya başladım. Şu an bitirdiğimde ise duygularım orta yerindeyken olduğu kadar coşkulu değil.

Bunun nedenlerine dair ipuçları biraz yukarıda yazdığım satırlarda var esasen. " Aşık olduğunun özü, sözü, başı, sonu çok önemli değil, fikri, zikri de önemli değil." demişim. Devrimci olmasam bile, devrimden hazzetmesem bile, devrimi kutsayan bir kitabı çok sevebileceğimi görmüş, bu nedenle de fikren benimsemediğim bir romanı bu kadar coşkuyla bana sevdiren şeyi sorgulamaya başladığım için kitapla aramızdaki ilişkiyi aşka benzetmiştim. Ancak aşk, fikri, zikri, özü, sözü, şekli şemali önemsiz hale getirebilir çünkü.

Devrim, dedim kendi kedime, solcuların kıyameti, her ikisi de kalabalık yığınlar tarafından öncesinden ve sonrasından bağları kopartılarak kutsanıyor, her ikisi de bir tür reset düğmesi. Oysa bana kalırsa, her ikisi de içinde bir sonu barındıran yeni başlangıçlar. "Hiç ölmeyecekmiş gibi ve yarın ölecekmiş gibi" hayata ve ölüme ya da "hiç devrim olmayacakmış gibi ve yarın devrim olacakmış gibi" devrime hazırlanmalı bence insan.

Buradaki "hiç olmayacakmış gibi" ve "yarın olacakmış gibi" dengesi her babayiğidin harcı değildir. Devrimden sonra ne yapacakları hakkında pek de kafa yormamış profesyonel devrimcilerin harcı hiç değildir. "Bunun hesabını devrimden sonra vereceksin" ile "öteki dünyada hesaplaşacağız"ın birbirinden bana göre zerre farkı yoktur. Adaleti ertelemenin vicdanı rahatlatan tezahürleridir ikisi de. Bugüne dair bir şey söylemez.

Devrime giden yolda herşey mubah ve tek yol devrim dayatmalarından ömrüm boyunca hazzetmedim. Halk için halka rağmen devrim de ne saçmalıktır. Bu kadar küçümsediğin halk için ne diye devrim yapmaya kalkarsın ki!

Hani demiştim ya kendi kendime devrim, solcuların kıyameti diye, kıyamet ne zaman kopar diye soranlara da herkesin kıyameti kendine cevabını veririm ben ezelden beri. Öyle ya son peygamber 1400 yıl önce bıraktı gitti insanı.

Neticede TOL edebi olarak çok çok iyi bir roman, fakat içerikten kaybetti biraz benim nazarımda. Sırada Har var, onu okumaya başlamalı.

(1)Tol, sf. 117

1 yorum:

  1. Mini düzeltme: Alper Canıgüz. Afili filintalar tayfasını takip etmeni öneririm, Behzat Ç.nin kendi de oradaki kitaplar da bu tayfadan...

    YanıtlaSil