1 Nisan 2009 Çarşamba

Bir Deli Saçması: Batının İktidarı – Doğunun uyumu

Kaygan bir zemin artık hayat, yani kayıp da düşsek bile acaba düştük mü, neye göre, kime göre düştük, nereye düştük, deniz seviyesine göre hala yukarlarda olacağımıza göre eksi değerlere geçmedik, düşmek nedir lan diye türlü sorular, türlü şüpheler sarıyor dört bir tarafımızı. Sağlam bulup da herşeye referans alacağımız kutup yıldızları birer birer sönüyor. Sönmezlerse bu sefer çoğalıyorlar. Her halükarda tek ve sağlam kalamıyor hiçkimse, hiçbiryer, hiçbirşey.

Bu kaygan zeminde tepkiler de değişiyor, kmisi kaymamayı amaç edinip herşeyi ölçülebilir sayılarla tanımlamaya kalkıyor. Örneğin adam elmaya elma diyebilmek için elmayı elma yaptığını sandığı ölçülebilir herşeyi standartlara bağlamaya çalışıyor. Bu türden adamlar feci çalışkan oluyorlar. Zira ben elmayı ölçülebilir değerlerle tanımlamaya kalksam daha ilk sorularda kaçar giderim. Aklı olan da kaçmalıdır hatta bana göre. Elma ne renktir mesela, kırmızı mı, yeşil mi, pembe mi, ana renkler yeter mi, tonun bir önemi yok mu, ya da elmanın tadı nasıldır, tatlı, ekşi, mayhoş, ne demek mayhoş lan, kadayıf kadar mı tatlı, tatlı biber kadar mı?

İşte bu feci çalışkan ve saplantılı adamlara biz genel olarak Batılılar diyoruz. Fakat gerçekten enteresandır ki, subatomik evrende hiçbirşeyi ölçemeyeceklerini söyleyip, quantum fiziğini icat edenler, dolayısıyla şu anda pirincin taşını ayıklamaya çabalayanlar da gene bunlar.

Öte yandan aynı kaygan zeminde kaymamaya değil de onunla uyum içinde yaşamaya çalışan adamlara da genel olarak doğulu diyoruz. Hayata hükmetmek yerine ona uymaya çalışan, katı olan herşeyin buharlaşacağının bilinciyle katı kurallar koymaktan kaçınan, kaygan zeminde düşmeyui olağan karşılayan, kıçının üstüne düşünce de kader diyen, insanın gücünün hayata hükmetmeye yetmeyeceğini düşünen insanlar bunlar. Yaşananlar bazı kırmızı çizgilerine dokunmadığı sürece bu insanların, çok da fazla mücadele etmezler başlarına gelenlerle, idare ederler, yeni duruma da uyarlar. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın lafını da bu yüzden söyler doğulular. Ama kırmızı çizgilerine dokunursan da en batılıdan daha manyak bir biçimde ölümüne karşı koyarlar bu defa hayatın getirdiğine.

Uyumun peşindekiyle, iktidarın peşindekinin temas ettiği zamanlar her zaman ilginç sonuçlara gebedir. Bu maçların favorisi yoktur, her an herşey olabilir. Ve biz tam uyumun peşindekiyle iktidarın peşindekinin temas ettiği noktadayız. Bir yanımızla değiştirmeye çalışırken hayatlarımızı, bir yanımızla da hep uymaya çalışırız kendiliğinden sürekli bir değişim içinde olan dünyaya.

Beş gün içerisinde önce Olasılıksız, ardından da Metal Fırtına okuyunca ortaya çıkan deformasyon işte bu. Biri Laplace’ın şeytanını pazarlar, diğeri Anadolu’nun uyum ve mücadele yeteneğini. Her iki kitap da bana göre pulp fiction yani çıtır çerez. Ama Ankara’nın İstanbul’un falan şakır şakır bombalandığını okumak bana enteresan duygular yaşattığı için Metal Fırtına biraz daha az pulp gibime geldi. En güzeli ise çekirdek çitlemeye başlayanın bırakamaması gibi her iki kitabın da insana o an yapılması gereken tek şeyin kitapları bitirmek olduğu duygusunu yaşatması.

Bu vesileyle zevzek bir Nisan 1 şakası yapmadıysa bünyem bana, bloga dönmüş de oldum sanırsam.

2 yorum:

  1. cok sevindim evet.

    olasiliksiz ya da metal firtina yerine. paco ahlgren'in olumsuz adli kitabini tavsiye ederim ayrica.

    YanıtlaSil