16 Mart 2009 Pazartesi

Neden Yazmıyorum

Tam olarak bilmiyorum kaç kişisiniz ve ne kadar takip ediyorsunuz burayı sevgili okur ama belki bir kaçınız merak ediyordur bu adam niye yazmaz oldu diye. Öncelikle böyle bir paradoksa yol açacağımı bilseydim, yani neden yazmıyorum diye yazı yazacağımı tahmin edebilseydim, sırf bu paradoksun parçası olmak için bile yazma eylemimi durdururdum. Çünkü bir paradoksun parçası olmak bu yazıları yazmaktan daha değerli bir tecrübe. Ama açıkçası bu paradoks şimdi dikkatimi çekti ve bundan memnunum. Hatta kişisel tarihimde hatırlayabildiğim kadarıyla daha önce bir paradoksun parçası olamamış bulunduğum için bu anı bir nirengi olur, bir dönüm olur, bir kırılma olur bilemiyorum ama bir şey noktası olarak değerlendirmekte sakınca görmüyorum.

Daha önce neden yazıyorum yazısı yazmıştım tüm pozitifliğimle. Şu an pek bir pozitiflik kalmadı bende. O nedenle yazmıyorum. Yoksa Toygar’ın da güzel hikayeleri oldu aslında yazmadığım süre içerisinde Toygar yine kendi bakış açısından yaşadığı olayları anlattı ve beni çok eğlendirdi ama bu eğlence tuhaf bir eğlence. Gavurlar buna kara mizah diyor, ironi diyor ama ben ağlanacak haline gülüyorum Toygar’ın. Bu fikirlerimi Toygar’a anlattığımda, “abi” dedi – umumiyetle abi der çekinir benden – “sen nasıl istersen öyle yap, canın istiyorsa yaz, istemiyorsa yazma. Ama benim ağlanacak halime gülmen beni incitmez, yazmamak için kendi kendine kendin dışında sebepler bulmaya çalışma.” Ben de dedim ki, “Toygar, sen incineceksin diye değil, kendim inciniyorum, muz kabuğuna basıp düşen insanlara gülmek bende suçluluk duygusu yaratır.” Toygar “muz kabuğuna basıp düşüyorum yani ben habire öyle mi abi” diye net bir tepki gösterince, “yok Toygar ya, alınma, teşbihte hata olmaz” dedim. Toygar’ın yüz ifadesinden sinirlendiği anlaşılıyordu ve bu sinirini rasyonel temellere oturtmaya çabaladığı sessiz geçen birkaç saniyeden sonra “o lafı da hayatım boyunca anlamadım abi, yani teşbihte hata olmamalı anlamında teşbih yapana mı öğüt veriyor, yoksa teşbih yoluyla adama giydirmeyi mi meşrulaştırıyor?” Toygar’ın sorusu gerçekten manidardı ve oyunu bozmaya çalışıyordu. “Sen hangi manada kullanmış olmamı tercih ederdin?” diye sordum Toygar’a, oyunu sürdürmek zorundaydım, zira adam bariz haklıydı. Oyunu bozarsa ben kaybederdim, o kazanırdı. Kısacası oyuna ihtiyacı olan bendim, Toygar değil. Toygar bu soruma daha da çok sinirlenmişti, bunu belli etmemeye çalışarak “bence teşbih yoluyla adama giydirmeyi meşrulaştırıyor.” dedi. Ben Toygar’ı oyuna çekmeye çalıştıkça, Toygar da oyuna gelmemeye çalışıyordu. Son bir hamle daha yaptım Toygar’a ve dedim ki, “ben senin bu konudaki fikrin ne diye sormadım, sen şu anda hangi manada kullanmış olmamı tercih ederdin diye sordum” Toygar oyun oynamak istemiyordu “fikrim de tercihim de aynı” dedi. “Hımm yani benim sana giydirdiğimi ve bunu meşrulaştırdığımı söylüyorsun öyle mi?” diye sordum. Toygar artık uffflamaya pufflamaya başlamıştı, ama yine de kontrayı çıkardı, “abi sen ne zamandır bana giydirmenin gayrimeşru bir eylem olduğunu düşünüyorsun?” Burada “e sen dedin fikrim de tercihim de aynı diye” diyerek Toygar’ı bir demagojinin içine çekebilirdim ama soylu bir hareketle Toygar’ın kazandığını kabul etmeyi tercih ettim. Toygar’ın çok hassas olduğu bir konuydu bu çünkü ve kendisine giydirmeyi gayrimeşru buluyor olmamın Toygar’daki karşılığı samimi olmamak, onu arkadaşım gibi görmemekti. İkimiz de çok kırılgandık, dedim ki, “Toygar anlattıkların çok güzel ama ben bunları yazmayacağım.” Bu defa oyunbozanlığı ben yapıyordum ve Toygar da beni oyuna çekmeye çalışacaktı. “Abi ben sana yaz ya da yazma demiyorum, sadece daha önce yazıyorken şimdi yazmıyor olmanın nedeni ne anlamaya çalışıyorum.” Toygar’a “şimdi bunu sana anlatamayacak kadar yorgun hissediyorum kendimi, ama söz neden yazmadığımı blogda anlatacağım” dedim. Toygar da sigarasından ciğerine sertçe çektiği dumanı üfledi, sigarasını kül tablasına bastı ve “peki abi, bana müsaade” diyerek çıktı gitti.

İşte bu yazıyı Toygar’a verdiğim söze istinaden yazıyorum. Sadece Toygar’ın hikayeleri de değil, aslında Bülent Ortaçgil ve Kim Ki Duk hakkında yazmak istiyorum. Ama onları da yazmayacağım sanıyorum. Peki ama neden diye Toygar soruyordur tam yazının bu noktasında. Çünkü bir anlamı yok. Bu defa da Toygar “abi daha önce vardı da neden şimdi yok” diye soracaktır. Çünkü periyodik bunalımlarımdan birine girdim. Çünkü işyerimdeki şartlar az da olsa değişti. Artık biraz daha fazla çalışıyorum. Çünkü hevesim kaçtı, ya da bitti. Çünkü ben sıkıntımı paylaşmayı sevmem. Tavsiye dinlemeyi sevmem. Hadi romantik takılayım. Çemberimde Gül Oya dizisinde pavyon şarkıcısı Canan yılbaşına Yurdanur’a bir defter hediye eder ve ne olmasını istiyorsan onları yaz bu deftere der, güzellikleri yaz. Ben güzelliklerden bahsedecek bir ruh haline sahip değilim şu an ve bu blogu karartmak istemiyorum saçma sapan bunalım edebiyatımla.

Hikayelerim bitmedi, söyleyeceklerim bitmedi ama ruh halim düzelene kadar (düzelir inşallah) yazmayacağım. “Ben artık şarkı söylemek değil, şarkı dinlemek istiyorum.”

2 yorum:

  1. tekrardan yazacagin gunleri bekliyor ve en azindan kim ki duk hakkinda bir kac kelam etmeni istiyorum evet. cunku soyle de bir durum soz konusudur:

    kim ki duk sen bizim herseyimizsin!

    YanıtlaSil
  2. olur böyle zamanlar, bana söz düşmez.

    lakin toygar'a alıştık yahu. giderek hasbıhalımız muhabbetimiz artıyordu. iyiydi yani :)

    ha bi de kim ki duk'u ben hiç anlamıyorum ya. neyini bu kadar seviyorlar onu da anlamıyorum. dışlanma pahasına da olsa yalan yok.

    YanıtlaSil