12 Nisan 2010 Pazartesi

Bir Deli Saçması: İnsanı Sefalet Değil, Suçluluk Duygusu Öldürür

Her yer karanlık, her yer dumanlı. Neredeyim ben, ne işim var burada? Neden kalkıp gitmiyorum? Oysa gidebilirim sanki.

Garip bir kumarhane burası, hangi kumarhanede satranç oynanır ki? Masanın üstündeki tavanda yanan tek bir 40 mumluk ampulle aydınlanan dumanlı bir ortamda satranç oynuyorum. Oysa ben satrancı çok kötü oynarım. Neden oynuyorum ki bu satrancı? İnsan kötü oynadığı bir oyunu neden oynar? Hayır yenmek, yenilmek de değil sorun. Sorun oyunun hakkını verememek. Tamam satrancı bırakalım poker oynayalım o zaman diyorlar.

Pokeri de kötü oynarım ki ben. Ben blöf yapmayı beceremem. Hatta blöf yapmayı hak edenin kazanamaması olarak gördüğümden, yapmayı da sindiremem içime. Ulan peki sormazlar mı adama bilinmezlik üzerine kurulan bir oyunu da beceremiyorsun, her şeyin ortada olduğu oyunu da beceremiyorsun, kalk lan masadan. Demiyorlar. Kaybediyorum, kalkmak istiyorum masadan. Olmaz diyorlar. Satrancı kaybettin, pokerde de iyice kaybet, bundan da sıkılınca zaten rulet oynayacağız, rulet için pek bir beceri gerekmez, bakarsın o zaman kazanırsın diyorlar. Diyorum ki, hani yenilen güreşçi doymazdı güreşe, neden doymayan ben değilim de sizsiniz. Eğer diyorlar, oynadığın kumarsa, kibre kapılıp, dolmuşlara binip, kendine güvenip oturduysan masaya ve kaybediyorsan sürekli, donuna kadar almadan kimse bırakmaz seni. Oysa güreş er meydanında yapılır. Saklısı, gizlisi, hilesi hurdası yoktur. Hak etmeyen istediği kadar saplantılı bir şekilde hak ettiğini düşünsün, kazanamaz.

Eee diye soruyorum, şimdi ne olacak peki? Donuna kadar alacağız, sonra bırakacağız diyorlar. Almadınız mı her şeyimi, hem kötü oyuncuyla oynanan oyundan ne zevk alıyorsunuz ki? Zevk için değil, kazanmak için oynarız biz diyorlar. İyi de benden çok bir şey kazanamazsınız ki diyorum, aza tamah etmeyen çoğu bulamaz diyorlar. Vaktinizi ziyan ediyorsunuz diyorum, daha yüklü bir oyuncu olsa sırada, seninle niye uğraşalım diyorlar. Her şeye bir cevabınız var diyorum, o yüzden kazanıyoruz diyorlar. Beni yeniyorsunuz belki ama, aslında kazanmıyorsunuz diyorum, ilgilenmiyorlar.

Peki diyorum, kağıtlara bile bakmadan her oyunda pas desem ne yapacaksınız? Sen onu yapamazsın diyorlar. Ya yaparsam diyorum. Sen bu dediğini yapmayı becerebilirsen, onu da o zaman düşünürüz diyorlar. Neden bunu yapamayacağımı düşünüyorsunuz diye soruyorum. Çünkü diyorlar, sen adil bir dünya isteyecek kadar kibirlisin. Nasıl yani diyorum, ne alakası var? Biz diyorlar, en başından beri senin içindeki kibre güveniyoruz, seni bu masaya getiren de bu kibir, senin bu masadan kalkmanı engelleyen de bu kibir. Yani diyorum, size göre ben, kendimi akıllı sanan bir salak, becerikli sanan bir sakar ve yetenekli sanan bir hödüğüm öyle mi? Yooo diyorlar, sen sana zekisin dendiğinde, zeki olduğunu düşünen bir salak; beceriklisin dendiğinde, becerikli olduğunu düşünen bir sakar ve yeteneklisin dendiğinde, yetenekli olduğunu düşünen bir hödüksün. Ne farkı var ki diyorum. Tüm bu sıfatların bir ölçüsü yok diyorlar, 2 litrelik bir şişeye sen 4 litresin dedin diye 4 litre olmaz, yarım litresin dedin diye de yarım litre olmaz. Yani sen kendini bilmezin birisin diyorsunuz. Aynen öyle diyorlar. Peki diyorum, madem benim kaç litre olduğumu biliyorsunuz, niye bana ya az koyuyorsunuz, ya çok. Biz diyorlar senin kaç litre olduğunu bilsek, seninle niye satranç, poker, rulet falan oynayalım? Kaç litre olduğumu görmek için mi oynuyorsunuz benimle? Evet, ama içini doldurmak için değil, içini boşaltmak için kaç litre olduğunu bilmek istiyoruz diyorlar. Peki içimin boşalıp boşalmadığını nasıl anlıyorsunuz, belki de tamamen boşalttınız içimi diyorum. Kibrinden anlıyoruz. Hala teslim olmuyorsun, yapmaya çalıştığın sadece oyunu bozmak, çünkü kaybedeceğini düşünüyorsun. Yani henüz kaybetmedim öyle mi? Aynen öyle. Yani hala kazanabilirim, öyle mi? Aynen öyle. Peki neden kendimi fena halde kaybetmiş hissediyorum? Kibrin yüzünden diyorlar. Hangi kibir yaaa diye bağırıyorum. Sen kendini sıkıntı falan çekmeden, rahat rahat yaşamaya layık hissediyorsun diyorlar. Layık değil miyim peki diye soruyorum. Bunu sen belirleyeceksin diyorlar. Nasıl diye soruyorum?

Bak diyorlar, sabahtan beri konuşuyoruz, sorduğun her şeye düzgün düzgün cevap veriyoruz, sen durumdan çok rahatsız olduğun halde hala kaçmaya çalışmıyorsun, sadece gitmen için bizim onayımızı istiyorsun. Bizim onayımızı aldığın anda kendini aklayacaksın çünkü. Bizim onayımızı almadan gidebilirsin aslında. Seni zincire vurmadık, her yer bodyguard da kaynamıyor. Ama kaçarsan kendini aklayamayacaksın, başına gelecek her şeyin sorumlusu sen olacaksın. Bu sorumluluktan korktuğun için kaçamıyorsun. Bu sorumluluktan korkuyorsun, çünkü bu sorumluluğun sonunda kibrinin zarar görme ihtimali var. Kendi kararını kendin verip de, tüm sorumluluğu almaktansa, sorumluluğu paylaştırmak işine geliyor. En nihayetinde insanı sefalet değil, suçluluk duygusu öldürür.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder