16 Mart 2009 Pazartesi

Neden Yazmıyorum

Tam olarak bilmiyorum kaç kişisiniz ve ne kadar takip ediyorsunuz burayı sevgili okur ama belki bir kaçınız merak ediyordur bu adam niye yazmaz oldu diye. Öncelikle böyle bir paradoksa yol açacağımı bilseydim, yani neden yazmıyorum diye yazı yazacağımı tahmin edebilseydim, sırf bu paradoksun parçası olmak için bile yazma eylemimi durdururdum. Çünkü bir paradoksun parçası olmak bu yazıları yazmaktan daha değerli bir tecrübe. Ama açıkçası bu paradoks şimdi dikkatimi çekti ve bundan memnunum. Hatta kişisel tarihimde hatırlayabildiğim kadarıyla daha önce bir paradoksun parçası olamamış bulunduğum için bu anı bir nirengi olur, bir dönüm olur, bir kırılma olur bilemiyorum ama bir şey noktası olarak değerlendirmekte sakınca görmüyorum.

Daha önce neden yazıyorum yazısı yazmıştım tüm pozitifliğimle. Şu an pek bir pozitiflik kalmadı bende. O nedenle yazmıyorum. Yoksa Toygar’ın da güzel hikayeleri oldu aslında yazmadığım süre içerisinde Toygar yine kendi bakış açısından yaşadığı olayları anlattı ve beni çok eğlendirdi ama bu eğlence tuhaf bir eğlence. Gavurlar buna kara mizah diyor, ironi diyor ama ben ağlanacak haline gülüyorum Toygar’ın. Bu fikirlerimi Toygar’a anlattığımda, “abi” dedi – umumiyetle abi der çekinir benden – “sen nasıl istersen öyle yap, canın istiyorsa yaz, istemiyorsa yazma. Ama benim ağlanacak halime gülmen beni incitmez, yazmamak için kendi kendine kendin dışında sebepler bulmaya çalışma.” Ben de dedim ki, “Toygar, sen incineceksin diye değil, kendim inciniyorum, muz kabuğuna basıp düşen insanlara gülmek bende suçluluk duygusu yaratır.” Toygar “muz kabuğuna basıp düşüyorum yani ben habire öyle mi abi” diye net bir tepki gösterince, “yok Toygar ya, alınma, teşbihte hata olmaz” dedim. Toygar’ın yüz ifadesinden sinirlendiği anlaşılıyordu ve bu sinirini rasyonel temellere oturtmaya çabaladığı sessiz geçen birkaç saniyeden sonra “o lafı da hayatım boyunca anlamadım abi, yani teşbihte hata olmamalı anlamında teşbih yapana mı öğüt veriyor, yoksa teşbih yoluyla adama giydirmeyi mi meşrulaştırıyor?” Toygar’ın sorusu gerçekten manidardı ve oyunu bozmaya çalışıyordu. “Sen hangi manada kullanmış olmamı tercih ederdin?” diye sordum Toygar’a, oyunu sürdürmek zorundaydım, zira adam bariz haklıydı. Oyunu bozarsa ben kaybederdim, o kazanırdı. Kısacası oyuna ihtiyacı olan bendim, Toygar değil. Toygar bu soruma daha da çok sinirlenmişti, bunu belli etmemeye çalışarak “bence teşbih yoluyla adama giydirmeyi meşrulaştırıyor.” dedi. Ben Toygar’ı oyuna çekmeye çalıştıkça, Toygar da oyuna gelmemeye çalışıyordu. Son bir hamle daha yaptım Toygar’a ve dedim ki, “ben senin bu konudaki fikrin ne diye sormadım, sen şu anda hangi manada kullanmış olmamı tercih ederdin diye sordum” Toygar oyun oynamak istemiyordu “fikrim de tercihim de aynı” dedi. “Hımm yani benim sana giydirdiğimi ve bunu meşrulaştırdığımı söylüyorsun öyle mi?” diye sordum. Toygar artık uffflamaya pufflamaya başlamıştı, ama yine de kontrayı çıkardı, “abi sen ne zamandır bana giydirmenin gayrimeşru bir eylem olduğunu düşünüyorsun?” Burada “e sen dedin fikrim de tercihim de aynı diye” diyerek Toygar’ı bir demagojinin içine çekebilirdim ama soylu bir hareketle Toygar’ın kazandığını kabul etmeyi tercih ettim. Toygar’ın çok hassas olduğu bir konuydu bu çünkü ve kendisine giydirmeyi gayrimeşru buluyor olmamın Toygar’daki karşılığı samimi olmamak, onu arkadaşım gibi görmemekti. İkimiz de çok kırılgandık, dedim ki, “Toygar anlattıkların çok güzel ama ben bunları yazmayacağım.” Bu defa oyunbozanlığı ben yapıyordum ve Toygar da beni oyuna çekmeye çalışacaktı. “Abi ben sana yaz ya da yazma demiyorum, sadece daha önce yazıyorken şimdi yazmıyor olmanın nedeni ne anlamaya çalışıyorum.” Toygar’a “şimdi bunu sana anlatamayacak kadar yorgun hissediyorum kendimi, ama söz neden yazmadığımı blogda anlatacağım” dedim. Toygar da sigarasından ciğerine sertçe çektiği dumanı üfledi, sigarasını kül tablasına bastı ve “peki abi, bana müsaade” diyerek çıktı gitti.

İşte bu yazıyı Toygar’a verdiğim söze istinaden yazıyorum. Sadece Toygar’ın hikayeleri de değil, aslında Bülent Ortaçgil ve Kim Ki Duk hakkında yazmak istiyorum. Ama onları da yazmayacağım sanıyorum. Peki ama neden diye Toygar soruyordur tam yazının bu noktasında. Çünkü bir anlamı yok. Bu defa da Toygar “abi daha önce vardı da neden şimdi yok” diye soracaktır. Çünkü periyodik bunalımlarımdan birine girdim. Çünkü işyerimdeki şartlar az da olsa değişti. Artık biraz daha fazla çalışıyorum. Çünkü hevesim kaçtı, ya da bitti. Çünkü ben sıkıntımı paylaşmayı sevmem. Tavsiye dinlemeyi sevmem. Hadi romantik takılayım. Çemberimde Gül Oya dizisinde pavyon şarkıcısı Canan yılbaşına Yurdanur’a bir defter hediye eder ve ne olmasını istiyorsan onları yaz bu deftere der, güzellikleri yaz. Ben güzelliklerden bahsedecek bir ruh haline sahip değilim şu an ve bu blogu karartmak istemiyorum saçma sapan bunalım edebiyatımla.

Hikayelerim bitmedi, söyleyeceklerim bitmedi ama ruh halim düzelene kadar (düzelir inşallah) yazmayacağım. “Ben artık şarkı söylemek değil, şarkı dinlemek istiyorum.”

5 Mart 2009 Perşembe

Bir Deli Saçması : Psi Psikopatım

Kendimi bugünlerde fena halde Tuz Gölü gibi hissediyorum. Suyum çekilmiş, sadece tuz kalmış. Denizlere meydan okumayı düşlerken, alemin maskarası olmuş. Kirli bir beyaz her tarafı, pislikten başka bir şey çağrıştırmıyor. Öyle kendi halinde kimsenin ilgisini çekmeyen zavallı bir varlık. Ne çiftçi ister, ne tuzcu. Kalan toprak kimsenin işine yaramaz. Yalnız ve kimsesiz, orada öylece ölümünü bekliyor ve herşeyden önemlisi başına ne geldi bilmiyor. Neden kurudu, nasıl oldu da kuruduğunu kendisi dahil hiç kimse farketmedi. Moda tabirle donmak üzereydi, uyku tatlı geliyordu, öldüğünden haberi yoktu Tuz Gölünün. Klişe tabirle, bir kurbağayı kaynar suya atarsan kaçar kurtulur, ama bir kurbağayı ılık suya atıp suyun sıcaklığını yavaş yavaş artırırsan, kurbağa pişer. Göçmen kuşlar yavaş yavaş Tuz Gölü’ne uğramaz olmuşlardır ve bir bilim adamının çalışmasına göre 2015’te Tuz Gölü tamamen kuruyacaktır. Bu durumun önlenmesi için pek çok sivil toplum kuruluşu çalışmalar sürdürmektedir. Allah vere de beni kimse kurtarmaya çalışmasa. Birileri taşıma suyla değirmen dönmez dese, birileri kendi başına hayatta kalamayan canlı ölmeye mahkuımdur dese, birileri Allah taksiratını affetsin dese. Cenazeye de gerek yok. Benim her tarafım tuz, kokmam ben. Öyle kendi kendime yok olur giderim. Sonra belki ikibin sene sonra eskiden buraları gölmüş biliyor musun diyen birilerine gülerek hadi lan, eskiden buraların yarısı dedeminmiş diyen birileri çıkar.

Hayır yani sulu halim de bi halta benzemezdi de, yani en azından denizi olmayan memleketlere deniz taklidi yapardı. Yoksa nolacak suyla tuz işte. İki hidrojen, bir oksijen, bir sodyum bir de klor. Yani bunlardan başka bir şey oluşuyorsa, ona dönüşeyim bari.

Şu anda ne olsa mutlu olurdun sorusuna harbiden inanarak vereceğim bir yanıt yok. Sevebileceğim bir işimin olmasını, daha çok paramın olmasını, bir evin sahibi olmayı falan isterdim tabii ki, ama bunların hepsine sahip olsam, yine de sanırım mutlu olmazdım. Yani bunların hiçbiri mutsuzluğumun sebebini açıklamaya yetmez. Yine geldik o meşhur “eksik bir şey mi var hayatında”, ya da “başka türlü bir şey benim istediğim” sorunsalına ve temelde içinde bulunduğum insansızlık durumuna.

İnsansızlık durumum da ayrıca tuhaf ya, insanlarla olmaya katlanamıyorum, insansız olmaya ise katlanabiliyorum ama bundan mutlu değilim. Yani öyle biri(leri) olmalı ki, bir kere tamamıyla yeni olmalı hayatımda. Eskileri biliyorum. Onların henüz yenilerken hayatıma getirdiklerini getirecek biri(leri) olmalı, ya da eskiler kendilerini yenilemeli. Böyle bol paslı güzel bir oyun istiyorum. Maradonalar, Jordanlar istemiyorum. Zaten olamam ya, kendim de öyle olmak istemiyorum. İnsanlar sahaya baktıklarında, bu adam diğerlerinden daha iyi bunu transfer edelim diyememeli. Tüm taşlar yerlerinde ağır olmalı ve yerlerinden ayrıldıklarında sıradanlaşmalı. Ne oyuncu başka bir takımda yıldızlaşabilmeli, ne de takım başka bir oyuncuyu aldığında hiçkimse ayrılmamış gibi devam edebilmeli. Herkes ve herşey vazgeçilmez olmalı.

Samimiyetle bu hayattan istediğim bu ve ne kadar psikopatça! İyi bir oyun ortaya koymak için herkesin ve herşeyin birbirlerine çılgınlar gibi muhtaç olmalarını istediğime inanamıyorum. Resmen kölelik lan bu, sadece bu defa kölelerin efendisi güzel oyunun ta kendisi. Fena halde idealizm kokuyor ayrıca. Ben şahsen idealin tarifini “ne oyuncu başka bir takımda yıldızlaşabilmeli, ne de takım başka bir oyuncuyu aldığında hiçkimse ayrılmamış gibi devam edebilmeli”den daha güzel yapamam. Fena halde kurgusal bir ideal, hoş zaten idealin kurgusal olmayanı da olmaz ya. Bir acayip “doğadan doğal olmayanı talep ettik, insan olduk” iyi bok yedik çeşitlemesi. Özetle psikopatça bir ütopya istiyorum.

Psi psikopatım, billah yaparım, seni seviyorum der, senden kaçarım.

1 Mart 2009 Pazar

Bir Starwars Hikayesi: Toygar “The Young Skywalker” Lodosoğlu

Toygar daha 2008’in Eylül’ünde Temmuz maaşını hala alamadığını farkettiğinde, Güç’te bir tedirginlik hissetmişti de işyerindeki diğer cedaylarla Senatör Palpatine kılıklı Burcu Hanım’ın Sith olabilme ihtimali gündem maddesini tartışmak üzere konseyi toplamıştı. Konseyden her ihitmale karşın birlikte hareket edilmesi yönünde bir karar çıktı. Birlikte hareket etmek için önce bir durum tespiti gerektiği de yine ceday konseyinin aldığı kararlardan bir diğeriydi. Çünkü Güç’teki tedirginiği tüm cedaylar hissetmişti. Güç’ün karanlık tarafı bir işler çeviriyordu. Burcu Hanım Ceday’ın karanlık yüzünde olabilir miydi, anlamak gerekiyordu. İşin kötü tarafı Toygar “The Young Skywalker” Lodosoğlu’nun Padme’si henüz ortalıkta olmadığından oğlunun cumhuriyeti kurtarma ihtimali de yoktu.

Ceday Konseyi’nin başı Ahmet “Yoda” Demir, Burcu Hanım’dan o akşam için bir randevu almayı başarmıştı. Tüm cedaylar rutin işerini yaparlarken Burcu Hanım ile yapılacak görüşmeden çıkacak olumlu sonuçlara kilitlenmişlerdi. Cumhuriyet senatosunun cedaylara kapalı oturumlarında neler döndüğü konusunda kulaklarına gelen söylentiler ne derece doğruydu acaba? Yoksa Cumhuriyet’in merkezi Coruscant’tan uzak galaksilere mi taşınacaktı?

Görüşme saati geldiğinde cedaylar tapınaktan çıkıp, Burcu Hanım’ın odasına doğru ilerlemeye başladılar. Odaya girdiklerinde telefonla konuşan Burcu Hanım cedaylara eliyle oturmaları için işaret etti. Tüm cedaylar yerlerini aldılar ve telefon konuşmasını dinlemeye başladılar. Cumhuriyet’in finansal durumu hiç iyi değildi ve Burcu Hanım o sırada telefonla krizin etkilerini karşısındaki senatöre anlatmaya çalışıyordu: “Bakın senatör kasada beş kuruş yok, ihracatlardan gelen paraların durumu ortada, iç piyasadan gelen çeklerin factoring şirketinde kırdırılmasından gelecek paralar da evrensel ekonomik kriz nedeniyle kesildi, Factoring şirketleri fonlamayı durdurdular. Size ne zaman para gönderbileceğimi bilmiyorum ama elimden geleni yapıyorum.”

Burcu Hanım telefonu kapatıp cedaylara döndü ve evet sizi dinliyorum dedi. Ahmet “Yoda” Demir, Burcu Hanım’a ceday konseyinin sıkıntılarından söz etti: “Burcu hanım, evde çoluk çocuk aç, temmuz maaşını hala alamadık, bakın Eylül’ün sonu geldi. İki aylık maaşlarımızı finanse edecek gücümüz yok bizim. Okullar açılıyor, oğlanın istediği kitapları bile alamıyorum. Kız desen dersaneye gidecek, ona nasıl para yetiştireceğim bilemiyorum. Bu maaşlar ne zaman ödenecek, gerçekten çok zor durumdayız. Ben kendi özel durumumdan bahsediyorum da arkadaşlar da aynı durumda.” Burcu Hanım bu soruyu ceday konseyinden beklemezdim, cumhuriyetin ne sıkıntılı günler yaşadığını siz cedaylar da en az benim kadar biliyorsunuz der gibi bakarak evrensel ekonomik krizden, diğer çalışanların halinden, uzak galaksilerdeki yoksul halklardan, cumhuriyette işsizliğin çığ gibi büyüdüğünden bahsettiği iki dakikada bir telefon nedeniyle kesilen konuşmasını sıkın dişinizi cumhuriyet bugünleri de atlatacak güçtedir hamasetiyle noktaladı. Ahmet “Yoda” Demir cevap vermeyince diğer cedaylar tamam da Burcu Hanım iki aydır kiramı ödeyemiyorum, ev sahibi tahliye için dava açtı açacak, biz ne yapalım bize yol gösterin dediler. Burcu Hanm ne yepmamı bekliyorsunuz diye sorunca cedaylar maaşlar ne zaman ödenecek diye sordular. Bilmiyorum yanıtını verdi Burcu Hanım ve ekledi: “Cumhuriyet’in her noktasından eleman çıkaracağız, senatoda tüm idari personelin maaşları yarıya düşürülsün önergesini zar zor engelledim.” Bunun üzerine Cedaylar bizden de eleman çıkarmayı düşünüyor musunuz diye sordular. Cedayların ne kadar zor yetiştiğini ve zaten ihtiyaçtan az olduğunu biliyorum diye cevapladı Burcu Hanım. Bunun üzerine Toygar ceday konseyinin en tıfıl elemanı olduğu halde söze girerek, “Burcu Hanım, ben Coruscant’ta tek başımayım ve tek gelir kaynağım da maaşım, yani maaşımı alamazsam Coruscant’ta kalamam, Tatooine gezegenine dönmek zorunda kalırım” dedi. Burcu Hanım “sık dişini Toygar sen bana lazımsın, yok öyle eve dönmek falan” dedi. Toygar “valla maaş ödememeye devam ederseniz bu senaryo önümüzdeki ayın sonunda gerçekleşecek” dedi. Bir başka ceday o sırada aldığı evin kredilerini ödeyemediğinden bahsetmeye başladı. Burcu hanım o cedaya dönerek tekrar sordu: “Ne yapmamı bekliyorsunuz?” Cedaylara bir aylık maaşlarının avans olarak verilmesini talep etti söz konusu ceday. Buna karşılık Cumhuriyetin ilkelerinden, yönetimde adaletten, fırsat eşitliğinden bahseden Burcu Hanım’ın uzun konuşması tüm cedayları yıldırmayı başardı. İnatçı bir ceday yine de gücünü toplayarak son bir soru daha sormayı başardı: “Cumhuriyet senatosunun cumhuriyete dahil olmayan galaksilerde yatırım yaptığını duyuyoruz, doğru mu bu?” Burcu Hanım’ın bu soruya cevabı kısa olduğu kadar da net bir “hayır”dı. Toplantı artık bitmişti. Cedaylar tapınağa dönerlerken kendi aralarında faydasızca söylenmeye devam ediyorlardı. Güç’te hissedilen tedirginlik artmıştı.

Temmuz ayı maaşları ertesi gün ödenince, cedaylar tüm iyi niyetleriyle “toplantı yapınca ödeniyorsa, her hafta toplantı yapalım” dye düşünmek yerine, “Güç’ün karanlık yüzü geleceği gölgeliyor, Burcu Hanım da göremiyor önünü, Sith Lordu olamaz o” diye düşündüler ve üç dört ay boyunca seslerini çıkarmadan durumu izlemeye karar verdiler. 2009 Ocak ayının son günlerine gelindiğinde, Cumhuriyet senatosunun cumhuriyete dahil olmayan galaksilerde yatırım yaptığı kesinleşmiş, ve cedaylar Ekim maaşlarını halen alamamışlardı. Uzak galaksilere yatırım yapıldığı cedaylardan hala gizlenmeye çalışılıyordu, ama bir yandan da yatırımın operasyonel işleri cedaylar aracılığıyla yürütülmek durumundaydı. Cedaylar salak yerine konulmaktan hiç hoşlanmıyorlar, Burcu Hanım’ın Sith Lordu olduğu yönündeki şüpheleri de yeniden artıyordu. Toygar “Skywalker” Lodosoğlu, hala Padme’sini bulamamıştı ve işler cedaylar açısından gittikçe kötüleşiyordu. Cedaylar Toygar’ın Burcu Hanım ile tekrar konuşalım önerisini “ya bırak Toygar ne konuşacağız, görmüyor musun uzak galaksilere yapılan yatırımları” diyerek reddediyorlar ve sessiz bekleyişlerini sürdürüyorlardı. Senato tarafından iki yıl önce cedayların içerisine sokulmaya çalışılan yüksek maaşlı Mert “Kont Dooku” Elit’i ise cedaylar daha ilk günden aralarına kabul etmemişlerdi. Gerek yüksek maaşı, gerek senatodan torpilli oluşu, gerek BMW marka bir araca sahip olması ve gerekse de işe yaramaz birisi olması nedeniyle cedaylar hiç sevmiyordu onu. Cedayların bazıları bu sıkıntılarını bire bir görüşmelerde Burcu Hanım’a da ifade etmişlerdi fakat Mert “Kont Dooku” Elit iki seneyi aşkın bir zamandır ortalama bir cedayın iki katı maaşla görevinin başında olmaya devam ediyordu. En tuhafı ise bu süreçte Burcu Hanım’ın da Mert “Kont Dooku” Elit’ten cedaylara şikayet etmesiydi.

Şubat ayının ortalarına gelindiğinde Güç’te hissedilen tedirginlik artık had safhadaydı. Fay hatlarındaki gerginliğin bir depreme sebebiyet vermesi an meselesiydi. Peş peşe iki olay patlak verdi bu dönemde. Önce cedayların internet bağlantısı kesildi. Bu cedaylar için kabul edilemezdi, zira cedaylar ödenek yokluğundan uzun bir süredir boş boş oturuyorlar, günlerinin çok büyük kısmını internet başında geçirmek durumunda kalıyorlardı. İnterneti en çok kullananlardan biri olan Toygar internetin sürekli kesik olması halinde ceday konseyinin sıkıcı ortamına asla dayanamayacağını düşünmeye başlamıştı. Ayrıca cedayların yegane silahları olan ışın kılıçları internet bağlantısı olmadan yeterince etkin değildi. İnternetin kesilmesi, cedayların sessiz bekleyişlerini daha fazla sürdüremeyecekleri anlamına geliyordu. Cedaylar zorunlu olarak toplantılarını sıklaştırmışlar ve durumu daha ciddi bir biçimde analiz etmeye başlamışlardı. Cedayların sık toplanır olması Burcu Hanım’ın da dikkatini çekiyor ve bu durumdan hiç hoşlanmadığını belli eden mimik ve jestleri dikkatlerden kaçmıyordu. Yine bir gün cedaylar toplanmış dertleşirlerken Burcu Hanım içeri giriyor ve “hayırdır, ne toplandınız gene?” sorusunu soruyordu. İnternetin kesilmesinden en çok muzdarip olan Toygar “Skywalker” Lodosoğlu, zira Padme’sini internetten de arıyordu ve kendisi için bir şey istiyorsa namertti, herşey cumhuriyetin geleceği içindi, Burcu Hanım’ın bu sorusunu fırsata çevirmek için ceday konseyindeki çömez pozisyonunu da göz ardı ederek tıpkı bir sazan gibi soruya cevap vermek üzere atladı:

- İnternetimiz kesildi de, Burcu Hanım, vakit geçmiyor, mecburen toplanıyoruz biz de!
- Internetiniz kesildi, vakit geçmiyor demek! Anladım. Çocuklar girilen siteleri bir görseniz, günde sekiz saatini internette geçirenler var. Senato bunları görse hepimizi kovar valla.
- O benim Burcu Hanım.
- Senin özel durumun üzerinden konuşmuyoruz Toygar. Ama suistimal noktasına gelmiş artık internet kullanımı.

Toygar “Skywalker” Lodosoğlu dilnin ucuna kadar gelen “Benim özel durumum üzerinden konuşalım Burcu Hanım” sözünü söylemedi, yahut söyleyemedi. Burcu Hanım da zaten odayı terketmek üzere kapıya yönelmişti. Bu konuşma internetin teknik nedenlerden değil de idari bir kararla kesildiğini teyit etmesi dışında tümüyle önemsizdi. Toygar artık Tatooine gezgenine döneceğine kesin gözüyle bakıyor, diğer cedaylara da “ben istesem o interneti açtırırım ama istemiyorum. Işın kılıcım çalışmadığından savaşamadığımda, ya da uzak bir galakside bana görev verilince koordinatlarını bilmediğim bir galaksiye gidemeyeceğimi söylediğimde nasıl olsa onlar bana niye savaşmadın, niye gitmedin Toygar diye soracaklar” mesajını veriyor ve internet olmadığından Tatooine gezegenine uçuşun fiyatlarına bile bakamıyordu.

İki gün sonra ise ikinci olay patlak verdi. Mert “Kont Dooku” Elit’in işine son verildi. Ceday konseyinin bazı üyeleri sevinç içindelerken, Ahmet “Yoda” Demir “ben inanmıyorum işine son verildiğine, muhtemelen uzak galaksilerdeki yatırımlarda görev alacaktır” diye görüş bidirdi. Toygar ise, üzüntüden perişandı: “Yaw beni kovacaklardı, yanlış adamı kovdular.”

Toygar hariç cedayların Güç’te hissettikleri tedirginlik biraz azalmıştı ve henüz alamadıkları dört maaş bir anlığına da olsa önemini kaybetmiş görünüyordu. Mert “Kont Dooku” Elit’in batırdığı tüm işler muhakkak Toygar’a kalacaktı. Toygar, ne Tolga ne Uygar, ne Sith ne ceday, kabilinden arada kalmış bir kişilikti. Sithler de cedaylar da onu kendilerinden sayıyorlardı. Ama gerçekte Toygar ikisinden de değildi. Toygar Tatooine’de annesiyle kendi halinde bri hayat sürdürmek de istemiyordu ama parasını kazanamadığı bir şehirde kalmaya çabalamayı da mantıksız görüyordu.

Toygar, Mert’den işleri devralıyordu ama Burcu Hanım da çağırıp Toygar’a Mert’in işlerini devralması talimatını falan vermemişti. Mert bir gün Burcu Hanım’ın yanından ceday tapınağına dönmüş ve Toygar’a işleri ne zaman devredebileceğini sormuştu. Toygar önce “bana mı devredecekmişsin ki, öyle mi söyledi Burcu Hanım” diye sordu ve resmi bir açıklama bekledi. Ama sonra işleri devralmaya başladı. Zaten çok da bir iş yoktu devralınacak. Bu arada Toygar dışındaki tüm cedaylar ışın kılıçlarındaki tutukluğu bahane ederek internetlerini açtırmayı başarmışlardı. Toygar ise ısrarla bu konu ile ilgili bir talepte bulunmuyordu.

Bir gün Burcu Hanım, Toygar’a uzak galaksilerden birindeki bir isyanı durdurması görevini verdi. Toygar,

- Bu galaksinin koordinatlarını bilmiyorum ki.
- Öğren o zaman Toygar.
- Nasıl?
- Bunu da sana ben mi öğreteceğim Toygar, internetten bak.
- ???
- Aaaa sende internet yoktu di mi?
- Yok.
- Tamam sen IT Center’a başvur ben hallettireceğim o işi.
- Peki Burcu Hanım.

Cedaylar altı ay önce isteseler Mert “Kont Dooku” Elit’i konseyden attırıp interneti de eskisi gibi kullanmayı başaramazlardı. Herşey kendiliğinden oluvermişti. Toygar dışındaki tüm cedaylar yeni durumdan memnunlardı. Toygar ise altı ay önceki halinden daha mutsuz değildi ama yine de cedaylıktan kurtulacağı günü iple çekiyordu.