11 Eylül 2010 Cumartesi

Yeni Hayat

İçmeden sarhoş olmuş gibiyim şu anda. Neden acaba diye düşünüyorum, temiz hava falan geliyor aklıma da. Esasen insan vücudu bu kadar seyahati kaldırmıyor. Kahire'den İstanbul'a, İstanbul'dan Abant'a, Abant'tan Ankara'ya, Ankara'dan Kayseri'ye, Kayseri'den Hisarcık'a gide gele serseme döndüm. Bugün sabah saat 11'de kalktım, ama kalkıp başka bir yere tekrar yattım. Çünkü bayağı sarhoş gibiydim. Oradan kalktım kahvaltı ettim, bir daha yattım. Şimdi tekrar kalkmış durumdayım, ama halen aklım çok da başında değil. Bu sersemliğin hoş bir şey olduğunu düşündüğüm oldu, ama baydı. Artık gözüm açılmalı, tatlı tatlı yaşamın tedavülüne girmeliyim artık.

Yaşım 33 oldu. Hayatıma yeni bir yön çizmem gerekiyor artık. Uzun zamandır bunun üzerinde düşünüyorum. Bu düşünme süreci yaklaşık 6 aydır sürüyor. Bu lanet Kahire'de daha fazla yaşamak istemiyorum. Artık veda vakti geldi. 110 gün sonra İstanbul'a dönüyorum. Bu artık benim için geri dönüşü olmayan bir yol. Kesinleştirdim bunu artık. Yeni yılda İstanbul'da olacağım.

Bunu bilince, bundan emin olunca, Kahire'deki hayatımı düşünmeye başladım. Benim için çok farklı bir deneyim oldu sanıyorum. Kendimi pek çok alanda sınama şansı yakaladım. Bugün biliyorum ki, dünyanın her yerinde yaşamımı sürdürecek donanıma sahibim. Korkuya gerek yok. Çok ciddi sorumluluklar yüklenip, kendimi işle heder etmek istemediğimi de artık kesin olarak biliyorum. Ben savaşçı bir ruha sahip değilim. Normal harcadığımdan fazla para kazandığımda, parayı kesin olarak biriktirdiğimi biliyorum. Ben kazandığımı harcayan ya da harcadığım kadar kazanan bir insan değilim. Benim standartlarım var. O standartları çok fazla değiştirmiyorum. Dolayısıyla, ömrüm boyunca ne kadar para kazanma gerektiği hakkında bir fikir sahibiyim. Zaman zaman arkadaşlarımın neredeyse tamamı benden daha çok kazanıyorlar ve benden daha başarılılar diye kendimi, başkalarıyla kıyasladığım oluyordu. Artık buna gerek yok, çünkü ben ne istediğimden fazlasıyla eminim.

Test etmediğim kurgularımı doğrulama şansı bulduğumu düşünüyorum. Sanırım isteseydim, Mısır'da 10 sene kalıp, İstanbul'da 4 tane ev alıp, bankada beni bir kaç yıl idare edecek birikime sahip olup, bir de araba sahibi olmam mümkündü. Ama bunu istemedim. Bunun bedelini ödeyemediğimden falan da değil, bunu istemedim. Yıllardır savunduğum, mutlu olmanın ölçüsü çok tüketmek değil, beğenmediğine hayır diyebilerek özgürce yaşamaktır kurguma daha net bir şekilde inanıyorum artık.

Bu sevimsiz Kahire hayatının bana hediyesi olan evimde, ayda 1-1.5 milyar maaşla kesinlikle refah içinde yaşayabileceğime inanıyorum. Bu parayı da çok büyük bir rahatlıkla kazanabilecek donanımda olduğuma eminim. Yani artık bana karada ölüm yok. Kendimi sıkıntıya sokmadan, gördüğümden geri kalmadan rahatça yaşayabileceğimden eminim. En büyük frenim boşaldı artık. Özgürce aldığım kararların sonunda hiç ummadığım bir sonuçla karşılaşıp, birilerine muhtaç olurum diye korkardım ben ve bu korku bende çok muhafazakar bir etki yapardı. Artık böyle bir korkum yok. Çünkü çok büyük bir aksilik olmazsa, döndüğümde kendi evimin kesin sahibi olacağım. Dolayısıyla o lanet kira baskısı altında ezilmeyeceğim artık.

Kahire'de iş adına öğrendiğim birbiriyle çelişir gibi görünen iki doğru var. İlki, bir fabrikanın işleri feci bir şekilde detaylıdır. Göz ardı ettiğin her detay o gün değilse, üç gün sonra karşına gelir. İkincisi bunca detaya rağmen, çok küçük dokunuşlarla, acayip yanlış giden işleri düzeltmek mümkündür.

Ben ilk etapta tüm detayları düşünerek hareket etmeye çalıştım. Bu beni bunalıma soktu. Çünkü o kadar detaylı düşününce, bir mıh bir at kaybettiriyor, bir at bir atlı kaybettiriyor, bir atlı bir ordu kaybettiriyor, bir ordu bir savaş kaybettiriyor. Mıhına kadar indiğinde, çalışan herkesin en olumsuz hareketi yaparsa ne oluru düşünüyorsun. Sonuç, çalışan 100'lerce işçiye embesil muamelesi yapıp her şeyi talimatlandırmaya çalışmak oluyor. Buna hiçbir zaman yeterli vaktin olmuyor. Talimatları hazırlamak, yayınlamak, işçilere anlatmak mümkün olmuyor. Kaldı ki bunu yapabilsen bile, bir işçinin söyleyebileceği akıllıca bir itiraz karşısındakini anlamaya çalışan vicdan sahibi insanı mahvediyor. Veya adamlar talimatları harfiyen uyguladıklarında ortaya çıkan fiyaskonun altında kalıyorsun. Bu fiyaskoyu üstlenmek çok zor oluyor.

Oysa aynı olaya, bu defa lan mademki bir savaşı mıhlar kaybettiriyor, o zaman atlılarla değil de mıhlarla ilgileneyim dediğinde, ortaya çıkan sonuç ise muhteşem oluyor. Ufak dokunuşlarla mıhları sağlamlaştırıyorsun ve fabrika senin düşündüğünden de iyi çalışıyor. Çünkü bu defa atlılar da atlarının mıhlarıyla değil savaşla ilgilenmeye başlıyorlar. İlk başta embesil muamelesi, yaptığın insanların zekice hareketlerini izlediğinde kendinden utanmaya başlıyorsun. Demek ki diyorsun, babanın tek akıllı oğlu sen değilmişsin.

Bu ikircikli konum, hep ilginç durumlar getiriyor önüne. Mesela senden rapor bekleyen genel müdür geliyor ve diyor ki, işi gücü bıraktın da bunlarla mı uğraşıyorsun sen? Bu sorunun cevabı anlatılamıyor. Çünkü genel müdür işin detayına hiç kafasını yormuyor. Ama yine de bu ikircikli durumu kavramış olmak aslında bana göre paha biçilmez bir tecrübe sunuyor insana.

Bu ikircikli durum, aklıma kaos teorisini getiriyor, kelebek etkisini çağrıştırıyor. Deterministik talimatların işe yaramadığı, ona karşın küçük kelebeklerin kanatlarından etkili sonuçlar alabildiğin dünya görüşü. Allah biliyor ya ilk öğrendiğim andan beri çok sevdim bu teoriyi. Çünkü gerçek dünyayı matematiksel modellere indirgemedeki başarısızlıklardan artık gına gelmişti. Kardeşim kasma, olmuyor işte. Aynı şartlar altında aynı sonuçları alırsın dünyası çok sıkıcı. Üstelik aynı şartlar sağlanamıyor işte, aynı nehirde iki kere yıkanamıyorsun. Tarifle yemek yapanlardan iyi aşçı olmuyor. Göz kararı, el ayarı bunlar çok önemli.

Yine öğrendiğim şeylerden biri, moralli bir kötümserlikle çözemeyeceğin iş yok gibi. Ben iyimserliğe çok inanan biri değilim, ama işlerin kötü gideceğini düşünerek, aynı zamanda da moralli bir şekilde bu kötü gidişe tedbir alabilmek mümkün. Moral çok önemli. Zira, işlerin kötü gideceğini düşünüp umutsuzluğa kapılırsan da hiçbir sorunu çözmen mümkün değil.

Tüm bunlara rağmen fabrika yöneticiliği sürekli diken üstünde olduğun huzursuz bir iş. Bu işi yapmak istemediğimden eminim artık. Bu da benim için önemli bir bilgi. Çünkü bu işi kabul etmemin önemli nedenlerinden biri de fabrika yöneticiliğinin insana çok keyif vereceğini düşünmemdi. Sorunlarını çözemeyen insanların sorunlarını dinleyip çözmek keyifli gerçekten, ama huzursuz. İşten çıktığında bu sorunlardan çıkamıyorsun. Kafanda dönüp duruyorlar ve ben işten çıktığımda içinden çıkamadığım bir iş istemediğime eminim.

Sonuç hayatımın yeni yönünü sanırım çizdim. Sürekli takip gerektiren herkesin yapamadığı, benimse çok kolay yaptığım bir iş bulacağım. Sanırım yurtdışı satın alma bu bahsettiğim tanıma fena halde uygun bir iş. Ücret olarak da üçüne beşine bakmanın bir anlamı yok. Çünkü artık buna ihtiyaç yok. İstanbul'da kira ödemeyeceksem, 1,000 USD civarı bir maaş bana yeter de artar. Bu maaşı da her yerden alabilirim sanırım. Demek ki, kasmaya gerek yok. 110 gün daha sıkacağım dişimi, sonrası aydınlık.

Tabii tüm bunlar ceteris paribus (nasıl havalı oldu di mi :) ekonomi dersi aldığımız belli oldu :) "başka şeyler eşit" anlamına gelen latince söz öbeği). İnsanoğlunun fikir değiştirme kabiliyeti, başını derde sokma becerisi son derece yüksektir.