11 Haziran 2008 Çarşamba

Cengiz Aytmatov, duyguların Kırgız romancısı

Bugün sabah 7’de uyandım. İşte biraz kahvaltı edeyim derken, televizyonda bir haber, Cengiz Aytmatov ölmüş. Hoş ben yaşadığını da bilmiyordum ya, yine de bir tuhaf oldum. Sanki uzak bir akrabam ölmüş gibi.

İlk okuduğum romanlardan biriydi Elveda Gülsarı. O zaman daha flashback, metafor, modernizm, postmodernizm falan gibi kavramlar girmemişti literatürüme. Bir Kırgız köylüsü ile ölmek üzere olan atının yol hikayesini anlatıyordu roman. Tabii Kırgız köylüsü neden bir atı bu kadar seviyordu ki falan diyerek başlayan roman flashbacklerle daha tay iken aldığı Gülsarı ismini koyduğu rahvan yürüyüşlü atın köylü için önemini anlattı durdu. Açıkçası, roman çok samimi bir dil taşıyordu. Nasıl olduğunu anlamasam da, bir şekilde köylünün atına duyduğu sevgi bana geçmişti. Bu nedenle 90’lı yılların başında okuduğum bu kitabı hep çok sevdim.

Sonra diğer kitaplarını da okudum Aytmatov’un. Beyaz Gemi’nin, Cemile’nin, Dişi Kurdun Rüyaları’nın, Gün Olur Asra Bedel’in, Kassandra Damgası’nın, Selvi Boylum Al Yazmalım’ın ve diğer uzun hikayelerinin hepsinin benzer bir tadı vardı. Ama Elveda Gülsarı’nın yeri çok başkadır.

Selvi Boylum Al Yazmalım filmini ilk seyrettiğimde, öykünün Cengiz Aytmatov’a ait olduğunu bilmiyordum. Filmi çok sevmiştim. Yine nasıl olduğunu anlamasam da, Asya’nın, İlyas’ın yaşadığı duygular geçmişti bana. Çok sonra öğrendim ki öykü Cengiz Aytmatov’a aitmiş. O zaman Cengiz Aytmatov’un ben nasıl olduğunu anlamasam da duyguları çok iyi anlatabildiğini gördüm. Ama kitabı okuduğumda filmi daha güzel bulduğumu da eklemeliyim. Belki de daha Türk'tü film. Belki müzikler, Türkan Şoray'ın muhteşem oyunculuğu idi filmi daha etkileyici yapan. Bilmiyorum.

Bazı kitaplar vardır, bazı cümleleriyle öne çıkarlar. O cümleleri yıllar boyu hatırlarsınız. Hayvan Çiftliği’nde mesela George Orwell’ın “Tüm hayvanlar eşittir ama domuzlar daha eşittir” cümlesi, ya da Yaşamın Kaynağı’nda Ayn Rand’ın “Uygarlık insanı insandan kurtarma sürecidir” cümlesi gibi… Ama Cengiz Aytmatov’un romanlarında böyle bir cümle yoktur. Duygu ya da düşünce tek tek cümleler ile verilmez de, romanın tamamına yedirilir sanki. Cümlelerden yaratılan ama tek başlarına hiçbirinin veremediği duyguyu romanın bütünü verir. Ya da bana öyle hissettirir. Bu açıdan baktığımda, Cengiz Aytmatov’un duyguların dilini çok iyi bildiğini düşünüyorum.

Yazarlığının ilerleyen yıllarında, Sovyetler Birliği’nin kötüye gittiği dönemlerde ise, bu defa düşüncelerin yazarı da olabildiğini bana göstermiş, ancak benden hakettiği ilgiyi görememiştir. Örneğin Gün Olur Asra Bedel’de anlattığı bir Mankurt efsanesi vardır ki, benzer hikayeler halen prim yapmaktadır. Dünyanın tüm kitaplarının toplanıp devlet denetiminde yakıldığı Ray Bradbury’nin romanı “Fahrenheit 451”, ben sözcüğünün kullanılmasının yasaklandığı bir dünyayı anlatan Ayn Rand’ın romanı “Antheem” veya yaşanan dünyanın sadece bir simulasyondan ibaret olduğunu anlatan “Matrix” filmi gibi hikayeler Mankurt Efsanesi’nin çok çok ötesinde ilgi toplamışlardır.

Yaşadığını bile bilmediğim birinin öldüğünü duyunca üzülmek de bir garip dünya hali, ancak ben üzüldüm. Müslüman mıydı bilemiyorum ama değilse de fark etmez. Allah rahmet eylesin.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder