7 Nisan 2009 Salı

Bir İşyeri Hikayesi : Toygar Pazarlamacılara Karşı

Toygar’ın şirketi manyak sorunlarını çıkarmaya tüm hızıyla devam ediyordu. Toygar bu şirketin pazarlamacılarıyla ne zaman yolu kesişse, arızanın yakınlarda olduğunu hemen hissediveriyordu. Burunları havada pazarlamacılardan Toygar’ın tiksindiği de bir sır filan değildi. Üçbuçuk sene önce en direktör kılıklılarıyla başını belaya sokup kovulmasıyla neticelenen süreci de hatırlıyor ve ne kadar salak bir kitle ile karşı karşıya olduğunu gayet iyi biliyordu. Şirkette pazarlamanın kolunun uzanamayacağı Burcu Hanım’ın yönetiminde yeni bir görev alması gündeme geldiğinde, biraz sevinmiş, biraz da umutlanmıştı. Sonuçta başına neler geldiğini bildiği halde Burcu Hanım, Toygar’a kendi yönetimi altında bir çalışma şansı veriyorduysa, pazarlamacılardan uzak bir işle ilgileneceğini düşünmüştü. Bu düşüncesi biraz fazla iyimserdi. Çünkü pazarlamanın bulaşamayacağı bir yer esasen yoktu Toygar’ın şirketinde, hangi taşı kaldırsan altından bunlar çıkardı. Ama düşüncesinin doğru bir tarafı da vardı, pazarlamacılar Burcu Hanım’ın yönetimine gerçekten müdahale edemiyorlardı. Kısaca Toygar Burcu Hanım’ın desteğini arkasına aldığı müddetçe bir tür dokunulmazlığa sahip olacaktı. Toygar için bir diğer güzel haber de yeni yapacağı işin her ne kadar pazarlamacılarla ilgisi olsa bile en tepedeki sorumlusu Hilmi Bey’di.

Hilmi Bey, Ankara’daki fabrikanın genel müdür yardımcısıydı ama fiilen yaptığı iş kesinlikle genel müdürlüktü. Toygar o güne kadar Ankara’daki fabrikayla ilgili olarak doğrudan yönetim kurulunu ilgilendiren ortaklık yapısı, finansal konular gibi konular dışında Ankara fabrikanın genel müdürünün bir işe karıştığını duymamış, görmemiş ve hissetmemişti. Hilmi Bey ile daha ilk çalışmaya başladığı günden itibaren Toygar iyi anlaşacaklarını anlamıştı. Hilmi Bey, lafını esirgemeyen mert bir adamdı ve bir fabrika genel müdürü için son derece doğal bir biçimde pazarlamacılardan nefret ediyordu. Ama ne yazık ki pazarlamacılar doğrudan 1 numaralı patrona bağlı çalıştıklaından çoğu zaman Hlmi Bey’in de gücü pazarlamacıların salakça hareketlerine mani olmaya yetmiyordu. Yine de Toygar’ın şirketinde pazarlamacıların arkasınıdan ileri geri konuşamayacakları ender adamlardan biriydi Hilmi Bey.

Toygar’ın görevi Hilmi Bey’in ve ekibinin gerçekleştireceği yurtdışı satınalma işlemlerinin operasyonlarını takip etmek, fabrikalar, pazarlamacılar ve Burcu Hanım’ın komutasındaki finansçılar arasında gerekli koordinasyonu, bilgi akışını ve raporlamaları sağlamaktı. Ekibi bu projede ne yazık ki pazarlamacılardan oluştuğu için bir süre sonra Hilmi Bey ipin ucunu kaçırdığını anlayamayacaktı. Yaptığı satınalmaların verileri doğru ve düzgün bir şekilde Toygar’a aktarılmadığı için kısa bir sürede herşeyin tam bir keşmekeş haline geldiğini düşünüyordu Hilmi Bey. Zira Hilmi Bey’in adamlarının tuttuğu raporlarla Toygar’ın raporları birbirini tutmuyordu. Toygar görev alanında kuş uçurtmuyor, katı kurallar koyuyor ve Nuh diyor peygamber demiyordu. Bir süre sonra neredeyse herkesin bu herif kendini ne sanıyor diye söylenmelerine rağmen, hala arkasında Burcu Hanım’ın full desteği vardı. Hilmi Bey tüm bu yazışmaları çizişmeleri izliyor ve her defasında Toygar’ın haklı çıktığını görüyordu. Sonunda Burcu Hanım ve Toygar ile merkez ofiste bir toplantı talep etti Hilmi Bey. Dosyaları tekrar gözden geçirirlerken, Toygar her dosyaya çok hakim görünüyor ve aslında ortada bir keşmekeş olmadığını, böyle görünmesinin sebebinin sadece pazarlamanın adamlarının patronlarına şirin gözükmek için söyledikleri aslında 10 gün sonra yapılacak yüklemeler için gemi kalktı falan gibi saçmalıklar olduğunu toplantıdakilere gösteriyordu. Hilmi Bey, zaten daha önceki yazışmaları da izleyip Toygar’ın hep haklı çıktığını gördüğünden “Tamam” dedi, “Toygar’ın her söylediği doğruymuş, bunda mutabık mıyız?” diye toplantıya katılanlara sordu. Kimseden ses çıkmayınca Hilmi Bey kendi ekibine dönerek devam etti, “şimdi ben anlamıyorum, biz orada otuz kişiyiz, bu adam tek başına, nasıl oluyor da bizim neredeyse her dediğimize itiraz edebiliyor ve sonucunda haklı çıkabiliyor?” Kimseden cevap gelmeyince, Hilmi Bey, Toygar’a dönerek “nasıl takip edebiliyorsun sen bunu bu kadar Toygar” diye sordu. Toygar’ın cevabı basitti : “Excel kullanmayı biliyorum.” Hilmi Bey gülerek, “ha yani biz bilmiyoruz öyle mi?” diyince Toygar gülümseyerek “yorum yok” dedi.

O günden sonra Toygar o işin tek hakimiydi. Hiçbir pazarlamacı Toygar’a o günden sonra bir şey söylemeye cesaret edemedi. Sonra o proje yavaş yavaş önemini kaybetti, yitti, gitti. Mert Elit’in işten ayrılmasına kadar geçen yaklaşık iki senelik süreçte Toygar’ın yolu hiç pazarlamacılarla kesişmedi, ta ki iki hafta öncesine kadar.

Burcu Hanım, doğru düzgün hiçbir iş yapmadığı için Mert Elit’e gıcık olduğundan, neredeyse bir yıldır abuk subuk işler icat etmeye başlamıştı. Bu işlerden biri de mağazaların POS cihazlarıyla ilgili sorunların halledilmesi için ilgili bankalarla irtibatı sağlama göreviydi. Toygar, Mert Elit’in önünde pos cihazlarıyla uğraşmasını ilgiyle izliyordu, çünkü mağazaların pos cihazı talebinden, kredi kartı kampanyalarına katılmak gibi bir sürü saçma sapan işin neden bir satınalmacı tarafından yapıldığını anlamaya gerçekten imkan yoktu. Ama yine de Toygar bıyık altından gülüyordu Mert Elit’in bu beyinsizce çabalarına. Fakat ne yazık ki, Mert Elit işten ayrılınca bu salak iş de Toygar’a kalıverdi. Toygar düşündüğünde, epeydir Mert Elit’in önünde POS cihazı filan görmediğini hatırladı ve rahatladı. Fakat Ackvantage’ın yeni +6 taksit kampanyasını duyurduğu HSAK Bank’tan gelen mail biraz rahatını kaçıracak gibiydi Toygar’ın.

Toygar maili gördüğünde önce ilk refleks olarak ben bunu atlamış olsam ne olur ki diye düşündü. Zira bu iş tam bir kapalı kutuydu, içinden bir sürü saçma sapan angarya çıkabilirdi. Bilmiyordu ki, Mert Elit’in bu konuda ne iş yaptığını Toygar. O an işte Toygar’ın kahrolası vicdanı ile kendine güveni devreye girdi. “Olm” dedi kendi kendine, “taş atıp kolun yorulmuyor ki, hiç karşılıksız adamlar mağazaların cirosunu artırmaya yönelik bir kampanya yapıyorlar, hem de yazdığına göre altı üstü bir tane uyduruk form doldurup faks çekeceksin.” Toygar içinin derinliklerinden gelen “hep böyle derler, sonra bir bakmışsın bokuyla püsürüyle bir sürü saçma salak iş kalmış üzerine” sözlerini duyamadı. Maili Burcu Hanım’a iletip Ackvantage +6 Taksit kampanyası yapıyormuş, katılalım mı sorusunu sordu. Burcu Hanım hiç de kendisinden beklenmeyen bir süratle “Katılalım, detayları Gülgün Hanım ile halleder misin?” cevabını gönderdiğinde, lan bunun ne detayı olacak altı üstü bir form dolduracağız diye düşündü ama ihtiyatlı hareket etmek lazımdı. Çünkü Burcu Hanım’ın Gülgün Hanım dediği, şirketin mağazacılıkla ilgilenen pazarlama müdürlerinden sadece biriydi. Pazarlamada unvanı müdür oılanların sayısı müdür olmayanların sayısından fazla bile olabilirdi.

Toygar ilk işe başladığında, bu Gülgün ile kapıştığını hatırlıyordu. O zamanlar pazarlamanın bünyesinde çalışıyordu ve Gülgün’ün artistlik çektiği konuda Toygar sadece pazarlama direktörünün kesin talimatını uygulamaya çalışıyordu. Üzerine gelmekte olan Gülgün’ü bir aikido ustası gibi Gülgün’ün enerjisinden faydalanarak sert bir biçimde Pazarlama Direktörünün önüne gözünü kırpmadan atmıştı Toygar. Gülgün hiçbirşey elde edememişti ve bariz zarardaydı. Toygar ile münasebetlerinde bir daha fevrileşemedi. Zaten Gülgün ile ilk karşılaşmasının altı ay sonrasında Toygar başka bir bölgenin pazarlamasının işlerine bakmaya başladı ve altı ay sonra oradaki pazarlama direktörü yani 1 numaralı patronun 1 numaralı damadı tarafından kovuldu. Toygar Gülgün’e hemen Burcu Hanım’ın yazısıyla birlikte kampanya detaylarını gönderdi ve benim yapmam gereken birşey varsa söyleyin ellimden geleni yaparım diye ekledi.

Gülgün “şimdilik yok” dedi, ben bu kampanyayı mağazalarımıza duyurayım her mağaza kendi formunu kendisi doldursun göndersin, sorun yaşayan mağazalar olursa, size yönlendiririm.” Toygar, kendisine iş çıkmamasına sevinerek rahat bir nefes aldı, ertesi gün de Gülgün’den tüm mağazaları kampanya hakkında bilgilendiren yazıyı görünce, “bak” dedi kendi kendine “bir de ben bu maili atlamış olsam falan diyordun” diye kendisiyle gurur duydu. Sonra içine bir kurt düştü, “bu kadar basit olamaz” dedi, “bu kadar basit olamaz.” İhtiyat duygusuyla ve pazarlamacılara karşı kendisini muhakkak sağlama alması gerektiğinin bilinciyle Gülgün’e bir kez daha sordu: “Gülgün Hanım, benim yapmam gereken birşey yok di mi?” Yoktu, Gülgün’e göre Toygar’ın bu aşamada yapması gereken birşey yoktu. Her mağaza kendi başvurusunu kendisi yapacaktı, sorun yaşayan mağazalar Toygar’a yönlendirilecekti. Toygar ben görmeyeli bu pazarlamacılar düzelmiş olabilir mi diye düşünmeye bile başladı.

Yaklaşık bir hafta boyunca bu konuda hiçbir sorun bildirimi de yapılmayınca, Toygar gerçekten bu işten ucuz kurtulduğunu düşündü ve rutin işlerine kanalize oldu, ta ki düne kadar. Sabah Gülgün’den ilk mail geldi. Bartın’da bir mağaza +6 taksit yapamıyordu. “Allahın Bartın’ında” diye düşündü Toygar “pos cihazını kullanmayı beceremeyen bir salak mağaza yetkilisinin sorununu da ben çözerim nolacak”, iyi niyetliydi. Hemen kampanyayı bildiren banka yetkilisine durumu izah eden bir mail gönderdi. Bir birbuçuk saat sonra gelen ikinci mail ise Toygar’ı düşündürtüyordu. Kendi binalarının altındaki mağaza da aynı sorunu yaşıyordu. Formu doldurup verilen faks numarasına göndermelerine rağmen +6 taksit uygulamasından yararlanamamışlardı Gülgün’ün mailinde yazanlara göre. Peki formun altında yazan detay bilgi için üye işyerleri provizyon hattı 444HSAK’ı aramışlar mıydı? Toygar Gülgün’e cevaben aşağıdaki cevabını yazdı.

“Gülgün Hanım,

Ben bu şikayetleri bankaya bildiririm, benim için hiç sorun değil, ama bence bunu bu şekilde çözemeyiz. Bence firmalar sorun çıktığında HSAK’ın “444 HSAK no.lu Üye İşyeri ve Provizyon Destek Hattı”nı arayarak sorunlarını halletmeliler. Aksi taktirde 100 kişi sorun var derse, tek tek ilgilenmek durumunda kalırız, hem çözmemiz çok uzun sürer, hem de bence akıllıca olmaz. Bankanın bu tip problemlerle ilgilesinler diye kurduğu bir telefon hattı var sonuçta. Yine de siz bilirsiniz. Sonuçta isterseniz ben kampanyayı bize gönderen banka yetkilisine bu şikayetleri gönderirim, gerekirse ararım ama en iyi ihtimalle POS cihazı kullanmayı yeterince beceremeyen mağaza çalışanlarıyla uğraşırız diye düşünüyorum.

Saygılarımızla,

Toygar Lodosoğlu”

Toygar’ın işten kaçmadığını, ama salak da olmadığını özellikle vurgulayan, patronun Gülgün olduğunu açıkça ifade eden ultra uyumlu, süper kibar cevabı gerçekten etkileyiciydi. Çünkü o an Toygar’ın kalbinin pompaladığı kanın debisi yükselmiş, damarlarından taşıp beynine sıçramak üzereydi. Toygar metin olmalı, vakarını bozmamalıydı. Hemen aşağıdaki sorun yaşayan mağazaya gitti. İşte Birce’yle orada ilk defa konuştu.

Birce’yi Toygar simaen tanıyordu, sonuçta aynı binada çalışıyorlardı. Birce zaman zaman Burcu Hanım’ın yanına gelip birşeyler anlatıyordu. Unvanı mağaza müdürüydü, altında beş tane adam çalıştırıyordu ve genç yaşında bunları başarmıştı. Yirmibeş bilemedin yirmisekiz yaşındaydı. İşte Birce’nin yürüyüşünden bakışına, konuşmalarından tavırlarına kadar her yere sirayet etmiş özgüvenini anlaması için Toygar’ın Birce ile konuşmasına gerek yoktu. Birce’nin muhtaç olduğu ego, damarlarındaki pazarlamacı kanda mevcuttu.

Toygar insanlara ilişkin sezgilerine güvenirdi. Genellikle tanımadığı birini ilk gördüğünde, konuşmasından, kılığından kıyafetinden, tavırlarından, saçından başından Toygar beyninde o kişi ile ilgili bir şablon oluşturur, yaşantıyla gelen verileri de o şablonun içini doldurarak dinamik bir analiz ortaya koyardı. Şimdiye kadar Toygar’ın ilk belirlediği şablonla, yaşanan uzun zamanların sonunda kafasında oluşturduğu kişi profili arasında dramatik farklar olduğu hiç görülmemişti. Bunun bir sebebi Toygar’ın kuvvetli sezgileriyse, diğer bir sebebi de yaşantıların sonucunda gelen veriyi işine geldiği gibi işleyebilme yeteneğiydi. Yani mesela Toygar’ın bundan bir cacık olmaz dediği hıyar, dev bir yazılım şirketinin sahibi olduysa, “ben ona zengin olamaz demedim ki, cacık olamaz dedim” der çıkardı işin içinden.

Birce’nin yanına indiğinde Toygar en vakur haliyle bir miktar da salağa yatarak sordu.
- Merhaba, Ackvantage’ın +6 taksit kampanyasında sorun varmış.
- Evet. Müşterime de söz vermiştim, yapamadığım taksitler için ekstra indirim yapmak zorunda kaldım.
- Peki 444 HSAK’ı aradınız mı?
- Hayır aramadık.
- Neden ?
- Daha önce Mert Elit kendisi hallediyordu bu işleri.
- E peki siz form gönderdiniz mi?
- Hayır.
- Neden ?
- Kampanyayla artık kim ilgileniyorsa o gönderecek formu.
- E peki size Gülgün Hanım’dan gelen yazı gelmedi mi?
- Geldi.
- O yazıda açıkça her mağazanın kendi başvurusunu kendisinin yapması gerektiği belirtiliyordu.
- Franchise mağazalar içindi o yazı, biz merkez mağazayız.
- Franchise mağazalar içindiyse o yazı sizce neden size de gönderildi ?
- Bilgi amaçlı.
- Peki sizin mail adresiniz mailin kime kısmında mıydı, yoksa bilgi kısmında mı?
- Bilmem dikkat etmedim.

Toygar o an tüm benliğiyle upuzun çayırlarda yalınayak koşmak istedi, saçları rüzgara konuk, yüzü dağlara dönük. Göğsünün çeperini Birce ile sınayan esaretten uzaklarda Anadolu’da bir köy mezarlığında bir çınar gölgesine gömülmeyi istedi. “Başka sorum yok sayın yargıç” bile diyemeden korktuklarının bir bir başına geleceğine inandı ofisine dönerken. Yol boyunca “salak bunlar ya gerizekalı” diye kendi kendine hiddet krizleri geçiriyordu. En sonunda durumu Burcu Hanım ile konuşması gerektiğine karar verdi ve Burcu Hanım’ın odasına gitti. “Valla Burcu Hanım böyle uyduruk bir sorunla buraya gelmeyi gerçekten istemezdim ama Ackvantage +6 taksit kampanyası iyice saçmalamaya başladı” girizgahını Burcu Hanım “okuyorum yazışmaları” cevabı ile karşıladı ve Toygar mailde yazdıklarını tekrar etmeye başladı. Aklına sorunu yaratabilecek olasılığıa sahip etkenler geldikçe köpürüyor ve saymaya başlıyordu. “Yani” dedi, Toygar söylediklerini toparlayarak, “mağaza formu doldurmamış olabilir, mağaza formu fakslamamış olabilir, banka formu kaybetmiş olabilir, mağaza pos cihazını doğru düzgün kullanamıyor olabilir ya da bunların dışında temel bir teknik ya da finansal sorun olabilir ve mesela tüm bu form geldi mi, gitti mi, ama biz formu gönderdik, ama biz almadık, pos cihazınızın enter tuşuna bastınız mı dialoglarının içinde beni 100 sorunlu mağazayla uğraşırken düşünebiliyor musunuz Burcu Hanım?” Burcu Hanım, gülümseyince Toygar devam etti: “Temel bir teknik ya da finansal sorun olmadıkça bence kendi başlarının çaresine baksınlar, kaldı ki, Gülgün’ün mailine göre bizim aşağıdaki mağaza da formu gönderdiği halde aynı sorunları yaşıyormuş. Ben gittim sordum aşağıdakilere, form filan göndermediklerini söylediler. Niye dedim, biz merkez mağazayız dediler.” “E tamam Gülgün yine şişirmiş işi” dedi Burcu Hanım, “sen en azından bizim mağazanın işini çöz de diğer mağazalardan şikayetler artarsa haklısın dediğin gibi yapalım.”

Toygar masasına döndüğünde Gülgün’ün attığı maile cevap verdiğini gördü:

“Toygar Bey, daha önce de mağazaların bireysel problemleri oluyor ve HSAK danışma hattı aracılığıyla çözemedikleri için bize dönüş yapıyorlardı. Mert Elit, bu tarzdaki sorunları mağazanın iletişim bilgileri ve POS numarası ya da Üye İşyeri numarasını direk alarak çözüme kavuşturuyordu. Mağazalarımıza hızlı servis olanağı sağlamak için bu tipteki desteği vermemizin doğru olduğunu düşünüyorum. Çünkü biz merkez aracılığı ile Şimdiye kadar hep daha çabuk çözümlemeler yaptık.

Değerlendirmenize sunarım.”

Kibarlığa hayrandı Toygar, aslında Gülgün “ben anlamam, eşek gibi ya da en kötü Mert Elit gibi çözeceksin bu işleri” diyordu. Cevap vermek yerine “salak bunlar ya gerizekalı” diye kendi kendine geçirdiği hiddet krizlerine devam etmeyi tercih etti. Bu arada da formlarda doldurulması istenen üye işyeri numarası ya da ticari hesap numarası gibi kendi çalıştığı mağazadan bile kolayca elde edemeyeceği bilgilerin peşinde sağa sola mail yağdırıyordu. Uzun çabalarının sonunda tüm verileri toplayıp faks makinesinin karşısına geçtiğinde mesai saati bitmek üzereydi.

Formu faks makinesine koydu, formun üstünde belirtilen faks numarasını tuşladı ve faksın sesini sabırsızca dinlemeye başladı. 2/4 aksak ritm çalıyordu telefon. Tam “aman allahım bitirmeye bu kadar yaklaşmışken, bana bunu mu reva gördün” isyanına başlayacakken, gülümsedi. Formdaki faks numarasını aynen tuşlamıştı. Oysa kendisi de HSAK da İstanbul’un aynı yakasında olduğundan 0 212 çevirmemesi gerekiyordu. “Sağol Allahım sağol” diye 0 212’den arındırılmış faks numarasını tekrar tuşladı faksa. Telefon defalarca çalmasına rağmen karşıdaki faks cevap vermiyordu. Bir daha denedi, bir daha, ve bir daha...

7 yorum:

  1. İnsan kendini "bu işle neden ben uğraşıyorum peki" derken buluyor, bir görev tanımı, o görev için taraflarca uygun görülmüş bir maaş birimi var çünkü. ama sonra "peki sen yapmazsan kim yapacak" yahut "bu iş için adam mı alalım" sorusu çıkıyor piyasaya. Yani Mert Elit gitti tamam, şimdi onun işini de sen yap ama sana daha çok para veremeyiz çünkü ona zaten götümüzden görev yaratmıştık, ayrıca tespitlerimize göre eşşek olana semer vurulması caizdir hatta belki farzdır. bu durumda şekerim, sen mevcut maaşın ile mert elit'in işlerini de yüklenirsin, aynı saatler içerisinde onları da bitirmek için debelenirsin, ve söylenirsen karşılığında "kriz var" halini hatırlarsın..

    öte yandan, hemen hemen aynı iş(ler) ile iştigal ederek geçen meslek yaşantıma (hahahaha) şöyle bir sonuç getirdim ben; ne iş yaptığının bir önemi yok aslında, sana verilen işi yaparsın, o iş ya da öteki arasında bir seçim yapmanın da manası yok çünkü neticede hepsi "birinin yapması gereken bir iş" onları akıllı işler ya da aptal işler diye kategorilendirmek de yorucu. ne iş verilirse onu yaparım, mesai saatleri içerisinde yetiştirebildiğim kadarını yaparım, kafayı insanların işleri çözme şekline takmam, bırakırım ne halleri varsa öyle görsünler ve saat 18:30 itibariyle yeniden "insan" formuna dönerim. bu pasifist yaklaşımı, içerisinde hiç bir yükselme-ilerleme isteği duymayan çünkü iş denen şeyin "saat satıp para almak"olduğu kanaatine varmış birinden duyuyorsunuz elbette.

    ama aksi hal ile yaşayamadığımı, "salaklar - gerizekalılar" derken hayatı da işi de kendime çekilmez ettiğimi gördüm ben.

    her akşam işten çık, kendine bira ara ondan sonra.. olucak iş değil :)

    velhasıl, takma kafana pazarlamacı filan, onlar da insan aslında. yapmaları gerekenleri uygun dil ile söylemeyi zaten süperinden halletmişsin, ondan sonra sana "eşek gibi yapacaksın" cevabı geldiğinde, "madem öyle yaparım bende" dersin, "peki bunlar neden aksadı?" diye soran olursa da sakince gülümser ufka doğru bakarsın :))

    sevgiler,

    S.

    YanıtlaSil
  2. Söylediklerini anlıyor, kısmen de katılıyor ama bazı konularda yanıldığını düşünüyorum. Mesela ödemelerin anlaşılan zamanlarda ödenmediği bir firmanın satınalmacısı olmakla ihracat operasyonlarını yürüten adam olmak arasında çok büyük fark var. Sen muhtemelen hergün seni arayıp da ödememiz noldu diye soracağına emin olduğun 10 kişiye bakıyoruz ediyoruz, yapmaya çalışıyoruz, daha yapmamışlar mı sizin ödemeyi gibi bin bir türlü oyalama metodlarıyla üç hafta tamponlayıp sonunda adamları patlatmamışsın :)

    Yani sonuçta evet, fotokopi çekmek ile muhasebe elemanlığı arasında ben de bir fark olmadığını düşünüyorum. Ne iş yaptığım da o iş benim tek başıma yapabileceğim bir iş olduğu sürece önemli değil. Ama birilerini idare etmek, manipule etmek, sakinleştirmek, motive etmek gibi tek başına yapamadığın, dolayısıyla işin nesnesinin de canlı olduğu durumlarda işin niteliği önem kazanıyor ne yazık ki.

    Dolayısıyla Bartın'daki mağazanın yetkilisiyle telefonda konuşup pos cihazını açtınız mı, enter tuşuna bastınız mı gibi bir dialogun içinde yer almak istemiyorum.

    İlerleme, kariyer gibi hedefleri olan insanları anlıyor, fakat öyle biri olmadığımı ben de kabulleniyorum. Benim için de, hayat iş ve özel diye ikiye ayrılıyor ve ben de robot gibi iş yapmak, insan gibi de özel hayatımı yaşamak istiyorum. Fakat yine de söylemem lazım ki, robot gibi iş yapmak için makine gibi bir işe sahip olman lazım. Benim işim makineden çok pis bir kurbağaya benziyor.

    Saygılarımla

    Toygar Lodosoğlu

    YanıtlaSil
  3. peki kurbağalar çişlerini nereye yapıyormuş onu öğrenebildin mi bari :))

    YanıtlaSil
  4. Onlar bizim gibi doğadan doğal olmayanı talep edip insan olmadıkları için doğaya doğal davranıyorlarmış. Senin anlayacağın tuvalet hiç doğal değilmiş :)

    YanıtlaSil
  5. :) pazarlamacilar uzerine, bir suru sey yazip durmustum ama. sonra it'deki sevimli is arkadasimi dusundum bir an. ve vazcaydim yazmaktan.

    YanıtlaSil
  6. it ne acaba ki :) ya da ayti mi, hiç bilemiyorum ki

    YanıtlaSil