Öncelikle Hüsnü Mubarek 82 yaşında hasta ve yerine oğlunu cumhurbaşkanı yapmaya çalışıyordu. Fakat oğlunu kimse de benimsemiyordu. Bu ben oradayken de konuşulan şeylerden biriydi. Yine Baradey denen Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu Başkanı Hüsnü Mubarek’ten sonra cumhurbaşkanlığına en yakın aday olarak gazetelere çıkıyordu. Ancak, protestonun p’si, devrimin d’si ortada yoktu.
Mısır halkı gözlemlediğim kadarıyla tuhaf bir halktı. Gururluydular, ama gururları genellikle akıllarına gelmiyordu. Örneğin ücret zammı gibi konularda bu gururlarını tetikleyebiliyordun, ama çok da etkili sonuçlar, fevri hareketler çıkmıyordu. Çok duygusaldılar. Bu duygusallıkları nedeniyle bazen anlamsız alınganlıklara kapılıyorlar ve tuhaf tepkiler verebiliyorlardı. Uysaldılar ve yabancı hayranıydılar. Bizi kendilerinden üstün görüyorlardı. Çok üstlerine gidip, aşağılamadığın sürece sözünü dinliyorlardı.
Hani kelebek etkisi derler ya, Tunus’ta devrimin yapılması gerçekten Mısırlılar için kelebek etkisi yarattı. Zira Mısır kendisini Arap dünyasının doğal lideri olarak görüyor ve diğer Araplardan kendilerini üstün tuttuklarından Cezayirlileri, Tunusluları falan aşağılıyorlardı. En son 2009’da Cezayir ile oynadıkları bir futbol maçında olaylar çıkması üzerine Cezayirlilerden nefret etmeye başladılar. Cezayirli lafı bir tür küfür olarak dillerine girdi. Öte yandan Cezayir ile aralarındaki ticaret sekteye uğradı.
Tunusluları da tembel ve işe yaramaz diye yaftalamışlarmış meğer. Bu tembel ve işe yaramaz gördükleri Tunuslular devrim yapınca, sanırım kendilerinden utanmaya başladılar. Böylece facebook ve Twitter üzerinden milliyetçi bir dalga yayılmış.
Kendi hükümetlerini özellikle İsrail yanlısı buldukları için eleştiriyorlar, ama bir şey de yapmıyorlardı. Örneğin Filistin’e gidecek yardım konvoyuna Mısır kendi topraklarını açmamıştı ve bu ciddi biçimde eleştirildi. Mavi Marmara olayı nedeniyle Türkler’deki yüreğin kendilerinde de olması gerektiğini söylediler ve Türklere manevi olarak destek verdiler. Öte yandan Türkler üstündü, o nedenle benzeri kelebek etkisini yaratmadı.
Mısır’da yolsuzluk olduğu, Hüsnü Mubarek’in çevresinin çok zenginleştiği falan da sıkça dile getiriliyordu, ancak bu da bir eyleme dönüşmüyordu.
Tunuslular ayaklanıp, devlet başkanlarını devirince, bir şekilde tüm bu toplumsal dinamikler birleşti ve halk lidersiz bir şekilde kendiliğinden ayaklandı. Internet üzerinden örgütlenip gösterilere başladılar. İlk gösteriler yanlış okumadıysam, Ismailiye kentinde başladı ve asıl büyük şehirleri Kahire, İskenderiye ve Süveyş’ten de çok hızlı bir şekilde yankı buldu. Gösteriler sürdükçe, gösterilere halkın katılımı da arttı. Polisin şiddet eylemleri ise büsbütün göstericileri kenetledi.
Polisin şiddet eylemleri üzerine halk “polis gitsin ordu gelsin” demeye başladı. Polis yetersiz kalınca Hüsnü Mubarek de orduyu şehirlere soktu. Orduya silah kullanma emri verildiği söyleniyor. Ancak ordu karşısındakinin düşman olmadığının bilinciyle göstericilere bir şey yapmadı. Halk da orduya sevgi gösterisinde bulundu. Ordu sadece kamu binalarını, müzeleri, tarihi eserleri ve diplomatik merkezleri korumakla yetindi. Sonuçta bugün protestoların 6. Günü ve protestocular hala ayaktalar.
Bence Hüsnü Mubarek’i devirmeden de sakinleşecekleri yok.
İşe aldığım Mısır’lı genç mühendislerden biriyle gösteriler sırasında konuşma fırsatı buldum. Bu mühendis, iyi huylu, aklı başında, resme meraklı, kumaş üzerine resimler yapan (hatta bunlardan birini ben giderken bana armağan etti) iyi İngilizce bilen, ortanın üstü bir Mısır’lı ailenin çocuğuydu. Gösterilerin ikinci günüydü, daha internet ve cep telefonları kesilmemiş, sadece twitter, facebook, youtube gibi sosyal paylaşım siteleri kapatılmıştı. Sen de protestoculardan mısın sorusuna evet cevabını alınca, neyi protesto ettiğini sordum. Daha iyi bir Mısır için, yoksulluğu durdurmak için, özgür olmak için, haklarımızı geri almak için protesto gösterileri yaptıklarını söyledi. Ona göre Mısır yolsuzluklar içinde yüzüyordu. Bu defa sen Hüsnü Mubarek’e karşısın değil mi diye sorduğumda, “hayır ben bütün sisteme, hükümete karşıyım” cevabını aldım. Mısırlıların %5’i gelirin %95’ini alıyorlar, Mısırlıların %95’i %5’ini alıyorlardı ona göre. Ben her yerde aynı bu dediğimde, tekrar yolsuzluklardan bahsetti ve “Çok yaşa Mısır” diyerek konuşmayı bitirdi.
Büyük Cuma’dan hemen sonra Cumartesi günü Türk arkadaşlardan birine ulaştım. İyi olduklarını ve fabrikanın bulunduğu yer dışında tüm Kahire’nin karıştığını söyledi. Fabrika 1 vardiya çalışmaya devam ediyordu. O gün yine beraber çok çalıştığım, 24 yaşında bir Mısırlı benimle konuşmak istedi. Bu çocuk da hafif fırlama, üniversite mezunu, iyi İngilizce bilen, Amerikan Kültürünü çok iyi takip eden ortanın üstü bir Mısır’lı ailenin çocuğuydu. Ona da sen de protestocu musun diye sordum. Evet cevabını alınca neyi protesto ediyorsun sorusunu sordum ama hat gelip gidiyordu, ne dediğini anlayamadım.
Pazar gecesi fabrikadaki tüm Türklerin fabrikayı kapatarak, Türkiye’ye döndüklerini duydum. Bu sabah ulaştığım arkadaşlardan biri, kaldığımız yerin ve fabrikanın yakınlarının da karıştığını, dışarıdan silah sesleri duymaya başladıklarını, ekipteki kadınların ağlamaya başladığını ve bunun üzerine dönmek zorunda kaldıklarını söyledi. Diğer Türk fabrikalar da aynı şeyi yapmışlar. Akşam bu ekiple görüşmeyi düşünüyorum, orada biraz daha detaylı bilgi alabilirim. Şimdilik Mısır’dan aktarabileceklerim bu kadar.